Annem şehir merkezinin içine girdiğimizde duraksadı, yolun kenarına gelişigüzel atılmış irice taşlardan birine oturdu. Ben ve kardeşimde hemen yanındaki taşlara oturduk. Annem "Talip; şehir kahvehanesinde dilsiz Raşit'in evini kime sorsan bilir dediydi" diye mırıldandı. Biraz soluklandıktan sonra kalktık, insanların kalabalık olduğu yere doğru yürümeye başladık. Ben bu kadar çok insanı ilk defa görüyordum. Köyümüzde düğün olduğunda bile bu kadar kalabalık olmazdı. Şaşkınlıkla, bu güzel giyimli insanları izliyordum. Çok azının altında bizim gibi şalvar vardı. Erkeklerin altında; siyah, kahverengi ya da koyu mavi pantolonlar, üzerlerinde ise; renkli gömlekler vardı. Çoğu kafasına kasketten daha renkli şapkalar takmıştı. Kadınlarda; topuklu ayakkabıların üzerine rengarenk basma etekler giymişlerdi. Beni en çok şaşırtan ise kadınların kafalarında yazmalarının olmamasıydı. Annem bana döndü.
- Kızım, kahvehaneyi bulmamız lazım. Babanın kaldığı evin sahibi Raşit'i oradakiler bilirmiş.
Ben hem insanları tepeden tırnağa izliyor, hem de kahvehane arıyordum. Önce burnuma babamın, dedemden gizli gizli içtiği nargile kokusu geldi. Kafamı kokunun geldiği tarafa doğru çevirdiğimde; ağaçlar içinde, duvarları betondan yapılmış ve ellerinde nargileler olan insanların olduğu bir yer gördüm. Anneme;
- Anne, burası olabilir mi?
diyerek elimle işaret ettim. Annem; kaldırdığım elimin üzerine hafifçe vurdu. Gösterdiğim yeri kısa bir süre süzdü.
- Hadi kızım, dilsiz Raşit'in evi neredeymiş öğren de gel.
Kardeşimin elini bıraktığımda o da hemen annemin elinden tuttu. Yavaş ve ürkek bir şekilde yürürken bir ara arkamı döndüğümde, annemin bir ağacın gölgesindeki taşın üzerine oturduğunu gördüm. Önüme dönüp yürümeye devam ettim. İçimden "hangi amcaya sorayım" diye geçirirken nargile içen insanların önüne kadar geldim. Gözleri yuvalarına gömülmüş, dudaklarının çevresi kırış kırış olmuş yaşlıca bir adam "sor" der gibi yüzüme bakıyordu. İyice yaklaştım adama. Heyecanımı belli etmemeye çalışıyordum ama bu çabam işe yaramamış olacak ki; adamın ağızının bir tarafı hafifçe kaydı. Adama doğru birkaç adım daha attım.
- Raşit amca nerede yaşıyor?
Yaşlı adam, kafasını hafifçe döndürdü ve aşağıya doğru eğdi. Nargilesinin ucunu bıraktı, elini kulağına götürdü. Kulaklarının az duyduğunu anlamıştım.
- Kimi dedin kızım?
Biraz önce söylediğimi daha yüksek bir sesle tekrarlayınca,
- Hangi Raşit bu kızım?
- Dilsiz Raşit amca.
Bu sırada çevremizdeki insanlarda, amcayla benim konuşmalarımıza kulak kabarttılar. Aslında kulak kabartmalarına gerek yoktu; çünkü bağırarak konuşuyorduk. Adam benim sorumu duymamış gibi;
- Kimlerdensin sen bakayım, babanın adı ne?
- Talip. Biz anamla uzun yoldan geldik, yürümekten ayaklarım şişti. Dilsiz Raşit amcanın evine gitmemiz lazım. Biliyor musun amca?
Arkamı dönüp anneme baktım. Annemin suratı asıktı ve yorgun olduğu anlaşılıyordu. Önüme doğru döndüğümde adam.
- Talip, Talippp
dedi uzun uzun. Ben sanki bu adama babamı sormuşum gibi, babamı tanımaya çalışıyordu. Birkaç kez daha babamın adını söyledikten sonra,
- Talip'i hatırlamadım ama dilsizi bildim. Sen bizim Raşit'i arıyorsun. Bu evleri geçtikten sonra aha şu iki büyük ağacın arasında ki yoldan içeri gir. Dördüncü bilemedin beşinci ev. Solunda kalacak. Üzerinde kocaman inek çanı asılı olan kapı.
dedi ağaçların arasındaki sokağı göstererek.
- Allah razı olsun amca. Tuttuğun altın olsun.
Arkamı dönüp hızlı adımlarla annemin yanına geldim. Adamın söylediklerini anneme tastamam söyledim. Annem ayağa kalktı. Bende kardeşimin elinden tuttum ve ağaçlara doğru yürümeye başladık. İnek çanı asılı evin önüne geldiğimizde, annem tahta kapıya birkaç kez sert bir şekilde vurdu. Kısa süre sonra; zayıf, uzun boylu bir kadın açtı kapıyı. Annem Raşit amcanın nerede olduğunu sorduktan sonra niye geldiğimizi söyledi kadına. Kadın da,
- Raşit; çalışmakta ama havada kararmak üzere, yakında gelir.
dedi ve bizi içeri buyur etti. Evin içine girdiğimde çok şaşırmıştım. Aynı kahvehanenin ki gibi duvarları betondandı. Evin neredeyse her yerinde pencere vardı, pencerelerin ortasında da camları gördüğümde "soğuk havalarda bile dışarısı izlenir" diye düşündüm. Ev sahibi kadın bize yemek ikram etti ve annemle konuşmaya başladılar. Kadının önümüze serdiği sofradaki yemeklere baktım ama çoğunun ne olduğunu bilmiyordum. İçinde et olan yemeğin tadına baktım ve hiç beğenmedim. Sofradan kalktıktan sonra odanın içini incelemeye başladım. Duvarlarında çiviler yerine askılık dedikleri demir çubuklardan vardı. Bir ara gözlerim ocaklarını aradı ama göremedim. Koskoca oda da ocak yoktu. Odanın köşesinde yuvarlak genişçe bir demir gözüme takıldı. Bu demir yine yuvarlak ve kalın borularla duvara bağlıydı. Anneme sessiz bir şekilde,
- Anne bu ne?
diye sorduğumda annemden önce kadın araya girdi.
- Soba.
dedi. Sobayı birkaç yıl önce babamın konuşmaları arasında duymuştum ama ilk defa görüyordum. Madem sorduğum sorular hemen cevaplanıyordu, bende sorularımı peşpeşe sıraladım ev sahibi kadına.
- Ne işe yarıyor ki? Niye demirin üzerine koyulmuş? Niye odanın en köşesinde?
Kadın bu soru bombardımanıma hafifçe gülümsedi.
- Isınmak için kullanıyoruz. Tabi üzerinde su ısıtmak içinde.
- Neden bu evde ocak yok?
Kadın tekrar sırıttı. Ama bu sefer belli belirsiz değil, resmen gülümsüyordu. Sorumu cevaplamayan kadın annemle konuşmaya devam etti.
Yarım saat geçmemişti ki dış kapının açıldığını duyduk. Hemen pencereye koştum. Kadın koşar adımlarla dış kapıyı açtığında, odaya önce; ön dişleri eksik, gür saçlı ve uzun boylu bir adam içeri girdi. Bu adamın Raşit amca olduğunu anladım. Hemen ardından da Babam, odanın ortasına kadar geldi. Bizi görünce önce şaşırdı, sonra yüzünü astı. Raşit amca; anneme "hoş geldin bacı" dedikten sonra karısına "elimi ayaklarımı yıkayayım" diyerek odadan gerisingeri çıktı. Babam annemin yüzüne "neden geldiniz?!" der gibi bakıyordu. Babam odanın kenarındaki minderlerden birine oturdu. Annemin yüzüne bakıyor ama çıt çıkarmıyordu.
Akşam yemeği de aynı sessizlikte yendikten sonra ev sahibi kadın babamın yattığı odaya bir döşek daha serdi. Annem ve ben odadaydık. Sobanın olduğu salonda oturan babama,
- Talip, az gel.
dedikten sonra bana da,
- Kızım, sen içeriye kardeşlerinin yanına git, gelirim birazdan.
İçeride yarım saatten daha uzun süre konuştular. Sonraöğrendim ki babam; Amerikan radarında iş bulunca Almanya'ya gitmektenvazgeçmiş. Radarın ne olduğunu hâlâ bilmem. Annem aynen böyle söylediği içinaklımda kalmış.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üstünde Ne Var? (Kitap Oldu)
General FictionDışarı çıktım, kapının önündeki merdivenlere oturup annemi beklemeye başladım. Hemen karşımdaki ağaç dallarının esen rüzgarla eğilmelerini izliyordum. Rüzgar o kadar sert esiyordu ki; ağaçların dalları yere değiyordu. Sonra bir anda aklıma dedem ve...