Aradan 4 ay geçtiği halde, dedem annemi hâlâ affetmemişti. Dedem; tarlaya yemek getirdiğimde, anneme avucumdan biraz daha büyük bir ekmekle birlikte kuru soğanın dışında yiyecek veremeyeceğimi söyledi. Dedem o yaz sürekli tarlaya gitmeden önce, kimse yiyecek bir şey almasın diye odasının kapısını kilitlemeye başladı. Dedem evde kaldığı zamanlarda ise annem rahat rahat yemek yemesin diye, benden önce tarlaya gider, yemeğini yedikten sonra benden sonra eve geri dönerdi. Dedemin annemi ne zaman affettiğini hatırlamıyorum ama bu durumun bir yıldan daha uzun sürdüğüne eminim.
Annem; dedemin sadece gelini değildi aslında. Dedem bacısının kızını kendi oğluna almıştı. Sizin anlayacağınız dedem annemin hem kayınbabası hem de dayısıydı. Hatta annemi oğluyla evlendiren dedemin en büyük gelini bu evliliği duyduğunda şöyle demiş. "babam, bacısının kızını kendine gelin yaptı, bizim pabucumuz dama atılır artık." Dedemin en büyük gelini annemi hiç sevmemiş ve sürekli arkasından iş çevirmiş.
Dedemin, annemi neden sevmediği konusuna geleyim. Annemin anlattığı kadarıyla; bunun iki nedeni varmış. Birincisi; annemin 16 yaşındayken yaptığıymış. Başka bir köyde düğün varmış ve tüm sülalemiz o düğündeymiş. Annem o zaman evli değil tabi. Annemin dayısı (yani dedem) anneme,
- Feride benim evdeki atı alıp gelsene, o kadar yolu yayan yürümeyeyim.
Annem dayısına "tamam dayı" dedikten sonra 10 dakika içinde dayımın ahırından içeri girmiş. Tam atı alacağı sırada aklına bir muziplik gelmiş. Eve çıkmış, dayısının pantolonunu ve gömleğini giymiş. Saçını da topladıktan sonra başına yine dayısının kasketini takmış. Dudağının üzerine de ocağın kenarındaki is'i sürmüş. Amacı kendini erkeğe benzetmekmiş. Erkek kıyafeti ve is'ten yaptığı bıyıkları ile atın üzerine bilmiş. Annem çok güzel at binermiş. O zamanları görenler anlatırdı. Atın üzerine bindiğinde gitmiyor, sanki uçuyor gibiymiş. Atın gemini öyle sıkı tutar, topuklarıyla atı öyle şahlandırırmış ki, saniyeler içinde gözden kaybolurmuş.
Atın üzerinde fırtına gibi giden annem, düğünün olduğu meydana girmiş. Kasketli, bıyıklı annemi kimse tanıyamamış tabi. Düğün evinin içine sadece kadınların olduğu odaya atının üstünde dalmış. İçerideki kadınlar "namahrem" diye sağa sola kaçışmışlar. Attan inen annem, dudağının üstündeki yapma bıyığı sildikten sonra tüm kadınlar gülmeye başlamış. "zaten böyle bir deliliği Feride'den başkası yapmazdı" diyerek annemin çevresine doluşmuşlar. Bu olaylar olurken; dedem annemin arkasından gelmiş. Omzundan tutup çevirdikten sonra öyle bir tokat atmış ki; çıkan ses içerideki herkesin kulağını çınlatmış. Sonra anneme,
- Kız sen bizi ele köye rezil mi edeceksin? Bu ne hal!
Yere serilen annemin elinden tuttuğu gibi sürükleye sürükleye düğünün yapıldığı yerden eve doğru götürmüş. Dedemin o gün kendisini nasıl dövdüğünü annem hâlâ anlatmaz ama bir haftadan fazladır iş yapamamış.
İkincisi ise benim beşikte olduğum döneme denk gelir. Annemle babam evlendiğinde dedemin evinde kalmaya başlamışlar. Tabi büyük amcamda karısıyla bu evde yaşıyormuş. Annem beni doğurduğunda, hiç çocuğu olmayan ve köy halkı tarafından "kısır" diye dalga geçtikleri dedemin en büyük gelini annemden nefret etmeye başlamış. Şimdi düşünüyorum da; belki de kısır olan büyük amcamdı? Böyle bir şey olsa dahi o zamanlar kimin kısır olduğunu bilmeye gerek yoktu. Çocuk olmuyorsa suç önce kadına atılırdı. Çocuk doğurmak kadının görevi olduğu için doğuramıyorsa kesin kısır gözüyle bakılırdı. Erkeğin bir sorunu olup olmadığı kimsenin aklına gelmezdi.
Dedem bir gün odasındaki yüklükten yünlerin eksildiğini fark etmiş. Kimin aldığı ya da nereye kaybolduklarıyla ilgili ev halkının hiçbir fikri yokmuş. Kısa bir süre sonra annem, benim beşiğimin altına serdiği yorganın söküldüğünü fark etmiş. Annem söküğü dikiyor, tarlaya gidip geldikten sonra aynı yer tekrar sökülüyormuş. Olan bitene akıl sır erdirememiş bir süre.
Bir akşamüzeri amcamın karısı dedemin karşısında el pençe durmuş.
- Baba, kaybolan yünlerini kimin çaldığını biliyorum.
Dedemin o an göz bebekleri büyümüş. Ayağa kalkmış,
- Söyle o zaman kim çaldı?
Büyük gelin dedemin kulağına iyice yaklaşmış,
- Aha bu!
demiş annemi göstererek. Annemin adını söylemeye bile gerek duymamış. Dedem de,
- Bunu nereden biliyorsun?
- Kızının beşiğine yatak yapmak için çaldı yünleri. İstersen beşiğe git bak baba.
Dedem hiçbir şey söylemeden odadan çıkmış ve beşiğin olduğu odaya yürümeye başlamış. Önde dedem, arkada büyük gelin ve en sonda da annem odadan içeri girmişler. Dedem beşiğin başına geldiğinde ben uyuyormuşum. Hızlı bir şekilde beni ellerinin arasına almış ve yer yatağının üzerine koymuş. Beşiğin içinde ne var ne yok dışarı atmış. Yorganı eline almış ve dört bir tarafını kontrol ettikten sonra sürekli söküldüğü için annemin farklı iplikle diktiği yeri görmüş. Dedem anneme dönmüş.
- Bu ne Feride?
- Dayı ben kızımın yatağı.."
dedem annemin cümlesini bitirmesine izin vermeden sözünü kesmiş.
- Dayı değil, baba diyeceksin. Baba!!
- Baba, kızın yatağını bizim yorganın içinden aldığım yünlerle yaptım. Allah şahidim olsun ki yünlerini ben almadım.
dese de, dedem bu cevabı hiç beğenmemiş.
İşte bu iki olaydan sonra annem ne yaparsa yapsın dedeme kendini beğendirememiş. Kısa süre sonra da annemin babasının ölmesi, yaşayacağı acıların tuzu biberi olmuş.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üstünde Ne Var? (Kitap Oldu)
BeletrieDışarı çıktım, kapının önündeki merdivenlere oturup annemi beklemeye başladım. Hemen karşımdaki ağaç dallarının esen rüzgarla eğilmelerini izliyordum. Rüzgar o kadar sert esiyordu ki; ağaçların dalları yere değiyordu. Sonra bir anda aklıma dedem ve...