Güneşin üzerimizde pırıl pırıl parladığı, buğday tarlalarının sapsarı olduğu bir gün; sırtıma bağladığım kardeşimle birlikte kuyuya su almaya gittim. Kovaları su ile doldurduktan sonra eve doğru yürürken, okuldan dönen 3 tane çocuk yanımızdan geçti. Okula gitme hayallerini yıllar önce kaybettiğim için hiçbir şey hissetmemiştim ama sırtımdaki kardeşim her zamanki gibi soru sordu.
- Aba, o sesleyde ney?
Üç tane çocuğun geçtiğini söyledim. Kardeşim bu seferde üzerlerinde ne olduğunu sorduğunda yine karşıma Siyah gelmişti. (Çoğunuzun yaşı kurtarmaz ama o dönemde ilkokul çocuklarının önlükleri siyahtı.) Bu sefer bundan önce yaptığım hatayı yapmayacaktım. Elimdeki kovaları yolun kenarına bıraktıktan sonra sırtımdaki kardeşimi çözdüm ve ceviz ağacının altındaki çimenlere oturttum. Kardeşim; ellerini çimenlerin üzerinde gezdirirken gülümsemeye başladı. Her şekilde ve her durumda mutlu olmasını biliyordu. Bende yanına oturdum.
- O geçenler öğrenciydi. Sırtlarında limon ve ağaç desenli çantaları vardı...
Kardeşim cümlemin bitmesine izin vermeden araya girdi.
- Aba, çanta dediyin şey, meyvalayı koyduyumuz şey demi?
Kardeşimin meyve taşıdığımız küfelerden bahsettiğini anlamıştım.
- Evet o,
- Pekiiiyy üzeryleyinde ne vaydı?
"önlük vardı" desem yetmeyecekti. Önlüğü entariyle anlatabilirdim ama yine renkte takılmıştım. Bu sefer yalan söylemeyi tercih ettim.
- İki tanesinin üzerinde ağaç desenli entari, altlarında da domates ve limon desenli şalvar vardı. Diğerinin üzerinde, peynir desenli entari ve altında da yine peynir ve ağaç desenli şalvar vardı.
dediğimde kardeşim önce sık sık nefes almaya, hemen ardından da ellerini sallamaya başladı.
- Aba, aba. Senin de böğün üzeyinde beynir ve ayaç vay demi?
diye sordu heyecanlı bir şekilde. Kardeşimin bunu söyleyene kadar o gün hangi şalvarımı giydiğime dikkat etmemiştim. Kardeşim haklıydı. Şalvarım yeşil renkteydi ve aralarında beyazlar vardı. Kısa süre düşündükten sonra bugün kardeşime, üzerimde ne olduğunu söylemediğim aklıma geldi. Bunu nasıl bilebilirdi? Dizlerimin üzerinde karşısına geçtim. Gözlerine uzun uzun bakmaya başladım. Her zaman ki gibi tepkisizce boş boş bakıyordu.
- Evet, doğru ama ben bugün sana üzerimdekileri söylemedim ki.. Nasıl bildin?
Kardeşimde ben gibi ne zaman bir şeye odaklansa dilini çıkarıyordu. Yine öyle yaptı. Dili dışarıda, eliyle şalvarıma dokunmaya başladı. Dikişlerin arasındaki söküğe minnacık parmağını soktu.
- Aba, buyası sökük. Oyadan biliyom ben.
O an o kadar tatlıydı ki; kıpkırmızı yanaklarını sıkmaktan başka bir şey yapmazdınız. Tabi bende öyle yaptım. Tüm bunlar olurken arkama vuran güneş ışıklarının kapandığını ve önüme insan gölgesinin düştüğünü gördüm. Arkama döner dönmez yüzümün ortasına gelen tokatla kardeşimin üzerine düştüm. Dedem hem bana vuruyor, hem de küfürler ediyordu.
- Gavurun kızı, sen kendini kardeşine mi elletiyorsun? O kadar mı azdın orospu!
Elimi ağzıma attığımda kan geldiğini gördüm. Kardeşim Umut'ta sırt üstü düşmüştü ve ağlıyordu. Kafamı kaldırdım, dedeme bakmak istedim ama güneş ışıkları buna izin vermiyordu. Ağzımdan akan kadı koluma sildim.
- Hayır dede, renkleri öğretiyordum.
Kardeşim Umut, dedemin sesini duyduğunda avazı çıktığı kadar bağırıyor, elleriyle de beni arıyordu. Dedem; burnundan soluyarak, bir bana bir kardeşime bakıyordu. Kardeşimin elinden tuttum.
- Buradayım, yok bir şey. Düştüm..
dedim ama dedemin küfürlerinin açıklamasını yapamadım. Dedem hiç ses çıkarmadan ikimize birden bakıyordu. Bir süre sessizlik oldu. Kardeşim hıçkırıklarını düzenlemeye çalıştığı sırada zorlukla konuşabilmişti.
- Aba, dedey getti mi?
Kardeşimin bu sorusunu duyan dedemin ağzı seyirdi. Aşağılayan bir yüz ifadesiyle kardeşime baktıktan sonra arkasını döndü.
- He heee, getti. Allah'ın körü!
dedikten sonra uzaklaştı. O günden sonra; ne entarime bulaşan kanı temizledim, ne de şalvarımdaki söküğü diktim. İkisi de evimin en değerli köşesinde asılılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üstünde Ne Var? (Kitap Oldu)
Ficção GeralDışarı çıktım, kapının önündeki merdivenlere oturup annemi beklemeye başladım. Hemen karşımdaki ağaç dallarının esen rüzgarla eğilmelerini izliyordum. Rüzgar o kadar sert esiyordu ki; ağaçların dalları yere değiyordu. Sonra bir anda aklıma dedem ve...