Bir yıl sonra, her sabah olduğu gibi o sabahta; kardeşim Nevzat ve benim dışımda herkes tarlaya gitti. Bulaşıkları ocağın kenarında yıkadım, bakraçların içindeki sütleri süzdüm ve buzağıların altını temizledim. Ev işlerini yaparken en zorlandığım şey; beşer kiloluk iki yağ tenekesini, benden daha uzun olan silindir şeklinde tahtanın (omuzluk) iki ucuna takıp kuyudan su taşımaktı. Kuyu beş dakikalık mesafedeydi. Bilerek mi yapılmış bilmiyorum ama elimdeki su tenekelerini yokuştan aşağı boş götürüyor, doldurduktan sonra yokuş yukarı kan/ter içinde çıkarıyordum. Kardeşim Nevzat daha küçük olduğu için bana yardım edemediği gibi evde tek kalmaktan da korkuyordu. Onu da yanımda götürmek zorunda kalıyordum. Benimle yürümekten yorulduğunda, hem evi hem de kuyuyu görebileceği bir tepeye oturmasını söylerdim. Nevzat; uzun uzun benim su taşımamı izler, ara ara bana sevimli sevimli gülümserdi.
İlk su taşıdığım zamanlar aklıma geldi şimdi. Tenekelerin içine suları doldurduktan sonra omuzluğun iki ucuna taktım. Omuzluğun ortasına sırtımı dayadım ama kaldırmam mümkün değildi. Tenekelerin içindeki suyun bir kısmını kuyunun içine döktüm. Tekrar kaldırmayı denediğimde bu sefer kaldırmıştım. Sağa sola doğru sallana sallana yürümeye başladım. Yirmi metre bile gitmemiştim ki; omzumdaki ağrıyı tüm vücudumda hissettim. Dinlenmek için tenekeleri yere bırakmaya çalışırken ikisi de devrildi ve tenekelerin içinde bir damla bile su kalmadı. Birkaç defa daha aynı şeyleri yaşadığım da, dinlenmek için tenekeleri yere bırakmamam gerektiğini anladım. O günden sonra tenekeleri bir kere bile yere indirmeden taşıdım. Asla dinlenmiyor, dinlenemiyordum. Boyumun kısalığını da çocukken su taşımama borçluyum. Babamın ve kardeşlerimin boyu benden çok daha uzundu. Annem de benim gibi sürekli çalıştığı için onunda boyu kısaydı.
Su taşıma işi bitince ocağa koydukları yemekte pişmiş olurdu. Annemin tembihlediği gibi, evimizin yanındaki ağacın gölgesi, yine annemin koyduğu taşın tam üstüne geldiğinde yemekleri tarlaya götürmem gerektiğini anlardım. Pişmiş yemeği, yoğurdu ve pekmezi bakraçlara koyar, bakraçları da küfenin içine dikkatli bir şekilde dizer, en üstte de ekmeği koyardım. Küfenin üstünü de bez ile kapatırdım. Küfeyi sırtıma taktıktan sonra kardeşim Nevzat'ı da yanıma alıp tarlanın yolunu tutardım. Tarlaya geldiğimde dedemin oturduğu çimenlerin üzerine sofra bezini sererdim ve getirdiğim yemekleri hep birlikte yerdik. Yemek yendikten hemen sonra dedem; işaret parmağını kaldırıp tarlayı göstererek, "yeter bu kadar dinlenme, çalışma vaktidir" derdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üstünde Ne Var? (Kitap Oldu)
Ficción GeneralDışarı çıktım, kapının önündeki merdivenlere oturup annemi beklemeye başladım. Hemen karşımdaki ağaç dallarının esen rüzgarla eğilmelerini izliyordum. Rüzgar o kadar sert esiyordu ki; ağaçların dalları yere değiyordu. Sonra bir anda aklıma dedem ve...