Aradan bir yıl geçmişti ve biraz daha büyümüştüm. Babamın dedemden habersiz bir şekilde küçük dayımla birlikte yurtdışına işçi olarak çalışmak için başvurduğunu öğrendik. Zaten aylarca göremediğim babamı daha az görecektim. Babamın; bir ay kadar sonra kendisine Almanya, dayıma da Hollanda çıktığını anneme söylerken duydum. Bu olayı dedem herkesten daha geç öğrenmişti. Babamın da evde olduğu zamanlarda neneme ve anneme "hiçbir yere gidemez" demişti. Babamın yüzüne "gidemezsin" demeye bile tenezzül etmemişti. Dedem; babamın Almanya'ya işçi olarak gitmesinde kararlı olduğunu anladığında evde sıkıyönetim ilan etti. Akşamları dış kapımızı kilitliyor, sabah olduğunda da açıyordu. Gün içinde babamla tarlaya birlikte gidiyor, birlikte dönüyor, babamı bir dakika bile gözünün önünden ayırmıyordu. Küçük dayımın da babamla görüşmesini yasakladı. Ama babam salak bir adam değildi. Bir akşam evin banyoluğu dediğimiz yerin küçücük penceresinden eline ayakkabılarını alarak kaçtı. Tabi biz nasıl kaçtığını günler sonra öğrendik. Sabah olduğunda, babamın kaçtığını öğrenen dedemin ilk hedefinde her zamanki gibi annem vardı.
- Onu sen gönderdin, sonra da kapıyı kapattın!
dedi ve annemi, ketenleri kırmak için kullandığımız tokmakla dövmeye başladı. Annem,
- Baba valla bende şimdi öğrendim.
dedi ve dedemden kendini savunmaya çalıştı. Bir ara annem dedemin elinden kurtulup dışarıya kaçtığında dedem peşine düştü. Annem; evimizin hemen altındaki mısır tarlasının içinde var gücüyle koşuyordu. Dedem; uzun boyu, kocaman ayaklarıyla annemi tarlanın ortasında yakaladı. Ben; hem bağırıyor hem de ağlıyordum. Bir süre sonra dedem küfürler ederek evin önüne geri geldi. Mısırların içinde hareketsizce yatan annemin yanına koştum. Haykırırcasına ağlıyordu. Omuzları mosmor olmuş, sol kolunda da kocaman bir şişlik vardı. Dedem; birkaç dakika sonra dış kapının önüne geldi.
- Madem kocanı kaçırdın, piçlerini de alıp defol. Bu eve bir daha gelme!
Uzun süre annemle birlikte mısır tarlasının içinde oturduk. Annem ağlıyor, ağladıkça da bana sarılıyordu. Annemi ayağa kaldırmaya çalıştım ama yürümekte zorlanıyordu. Birlikte eve geri döndük. Annem; birkaç kıyafet aldıktan sonra bana.
- Nevzat'ı dışarı götür.
dedi, odadan çıktı ve dış kapının önünde bekleyen neneme,
- Allah'a emanet olun ana.
dedi ve arkasına bakmadan yürümeye başladı. Ben vekardeşim Nevzat, annemin hemen arkasından yürüyorduk. Kısa süre yürüdüğümüzde anneannemin evinin kapısının önüne geldik. Annem "bize burada da rahat vermez gavur" diye mırıldandı ve anneannemin evini geçip Hacıselli köyüne yürümeye başladık. Yorulan kardeşim Nevzat'ı bir ben bir annem kucağına alıyordu. Saatlerce yürüdükten sonra Gülizar teyzenin evinin önüne geldik. Kapının önünde pekmez yapan Gülizar teyze annemin büyük dayısının kızıydı. Annemin halini görünce bizi hemen içeri buyur etti. Birkaç gün bu evde kaldık ama annemin ağzını bıçak açmıyordu. Bir sabah annemin aklından babamın söyledikleri geçmiş olacak ki; sesli sesli mırıldanmaya başladı. Babam; Sinop şehir merkezinde yaşayan Raşit diye bir adamın evinde kaldıktan bir süre sonra Almanya'ya gideceğini söylemiş. Sabah çorbalarımızı içtikten sonra tekrar yollara düştük. Bu seferki hedefimiz Sinop merkezde oturan Raşit amcanın eviydi. Birkaç saat yürüdükten sonra arkasındaki tozu toprağı kaldırarak gelen at arabasını gördüm. Annem; at arabasına doğru hiç dönmeden hızlı hızlı yürüyordu. At arabası dibimizde durdu. İçindeki adam,
- Bacı, nereye gidersin buncağazcık çocuklarla?
Annem arkasını döndü.
- Sinop'a gidiyoruz.
- Bende Orduköy'e gidiyorum. Oraya kadar gelin, sonrasını yürümek daha kolay,
Annem önce adama, daha sonra da at arabasının arkasındaki çuvallara baktı.
- Allah razı olsun.
dedi ve arabanın arkasına doğru yürüdü. Önce kardeşimi, sonra da beni at arabasına bindirdikten sonra kendisi de bir sıçrayışla arabanın üzerine atladı. Kardeşim Nevzat ve ben arabanın arkasına ayaklarımızı sarkıtmış bir şekilde oturuyorduk. Annem de pirinç çuvallarının arasına oturdu. Adam;
- Tamamsanız dehliyorum,
dedi ve elindeki dizgini savurdu. At bir anda öyle bir hareket etti ki; düşmek üzere olan kardeşim Nevzat'ı tutmaya çalışırken az kalsın ben düşecektim. Ben ve Nevzat, atın arkasında gitmenin tadını çıkarttığımız bir sırada arkamı döndüm. Annem usul usul ağlıyordu. Hem ağlıyor hem de kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. En son "boynun altında kalsın Talip" dediğini duydum. Tangır tungur atın arkasında bir saat kadar gittikten sonra arabacı arabasını durdurdu ama tekerleklerin kaldırdığı toz durmadı. Ağzımız, burnumuz, kısacası her yerimiz toz toprak oldu. Arabadan, önce ben atladım, peşimden de kardeşim. Annem de at arabasından indikten sonra arabacıya döndü.
- Allah razı olsun ağam. Tuttuğun altın olsun.
Arabacı tekrar atına "deh" dedi ve hemen soldakipatikadan biraz daha geniş bir yolda, tozları kaldıra kaldıra uzaklaştı. Yarımsaat kadar daha yürüdükten sonra nihayet şehir merkezine gelmiştik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üstünde Ne Var? (Kitap Oldu)
General FictionDışarı çıktım, kapının önündeki merdivenlere oturup annemi beklemeye başladım. Hemen karşımdaki ağaç dallarının esen rüzgarla eğilmelerini izliyordum. Rüzgar o kadar sert esiyordu ki; ağaçların dalları yere değiyordu. Sonra bir anda aklıma dedem ve...