Mart ayının sonlarıydı ve dışarısı yüzü felç edecek kadar soğuktu. Ağaçların arasından esen rüzgar; önce kesik kesik, hemen ardından da güçlü bir kuş gibi uzun uzun şakıyordu. Havanın kararmasına birkaç saat kala su kuyusuna gittim. İpin ucuna bağladığım kovamı kuyunun içine bıraktım ve çıkrığı yavaş çevirdim. Kovanın, suyun içine girerken çıkaracağı su sesini duymam gerekiyordu. Çıkrığı çevirip bırakıyordum ama su sesi bir türlü gelmiyordu. Birkaç defa daha kovayı kuyuya bıraktığımda su sesi yerine metalin metale vurduğunda çıkan sese yakın bir ses duydum. Çıktığı yukarı çevirdim, kovamı elime aldıktan sonra evimize geldim. Anneme durumu anlattığımda,
- Kuyu donmuş olmalı.
dedi. Nasıl soğuk olduysa artık kuyu donmuştu ama bizim evimiz çok sıcaktı. Sonbaharda annemle birlikte çok odun yapmış, odalara ve ara bölmeye tepeleme dizmiştik. O günün akşamı; kuru fasulye, ayran çorbası ve hoşaf yaptım. Erzağımız da çuvalın dibine gelmişti. Bu sefer dedemin ambarına gece gidecektim. Annem gün içinde çok yorulduğu için erkenden yatıyordu. Anneme,
- Bulaşıkları yıkadıktan sonra ben de yatarım.
dedim ve annem uyuduktan sonra odamızdan aldığım boş çuvalla dışarı çıktım. Ortalık zifiri karanlıktı. Çevreye öyle bir sis çökmüştü ki iki metre sonrası gözükmüyordu. Elimdeki gaz lambasını söndürdüm. Gözlerimin karanlığa alışması için bir süre kapının önünde bekledim. Elimdeki çuvalla dedemin ambarının altına parmaklarımın ucunda geldim. Bu sefer her zamanki yerden değil de biraz daha ileriye bıçağımı batırdım. Bıçağı batırıyordum ama çuvallar bir türlü delinmiyordu. İçimden de "Allah'ım bu sefer un çuvalı çıksın, mısır ekmeğinden bıktım" dediğim sırada Allah sesimi duymuş olacak ki; batırdığım bir çuvaldan un akmaya başladı. Hemen altına çuvalımı koydum. Kısa süre sonra çuval dolmak üzereydi ama unun akması bir türlü durmuyor, hatta yavaşlamıyordu. Çuvalı akan unun altında bırakıp koşa koşa eve geldim. Bir tane daha çuval alıp yine koşarak ambarın altına döndüm. Dolmak üzere olan çuvalın ağzını buruşturduktan sonra diğer çuvalı koydum. Biraz dolduktan ve altı yere bastıktan sonra çuvalın ağzını bıraktım. Dolu çuvalın ağzını sıkı sıkı kapattım ve ambarın ahşap direklerinden birine dayadım. İkinci çuvalın dolması ilkinden daha uzun sürmüştü. Yukarıdan un gelmeye devam ederken içimden "ya akması hiç durmazsa" diye geçirdim. Elimdeki bıçağın arkasıyla çuvalın altına birkaç defa vurdum ama un akmayı durdurmak yerine daha da şiddetlendi. Mecburen dolan ikinci çuvalı da kenara çektim ve ağzını bağladım. Un sürekli akıyordu. O kadar çok dökülmüştü ki, gizlemek çok zor olacaktı.
İlk çuvalı sürükleyerek köpek kulübesinin arkasına götürdüm. İkinci çuvalı da aynı şekilde götürdükten sonra kapımızın önünde biraz soluklandım. Bizim evden başlayarak çuvalların yaptığı izleri yine karaçalıyla silmeye başladım. Ambarın altına geldiğimde çok vakit kaybetmiştim. Dökülen unları ayaklarımla dağıtmaya, gizlemeye çalışıyordum ama yeterince çamur yoktu ve unlar kapanmıyordu. İlk bıçağı batırdığım yerden de nohut dökülünce işler iyice sarpa sardı. Hangisini kapatacağımı şaşırmıştım. Hiçbir şey yapmadan bırakıp gitmek geldi aklıma. "köyde ambar hırsızlığı zaten meşhur, bu aylarda da çok yapılır. Benim yaptığımı nereden anlayacaklar ki?" diye düşündüm. Arkamı dönüp eve doğru koşmak istediğimde dedem karşıma dikildi. Hiçbir şey söylemeden elindeki sopayı savurdu. Bu lanet olasıca ayağımda bana sürekli engel oluyordu. O anda çok ağrıdığı için dedemin savurduğu sopadan kendimi savunurken yere düştüm. Dedem, elindeki sopayı gelişi güzel sallıyor, küfürler ediyordu.
- Hırsıza bak, it dölüne bak. Benim kazandığım benim malımı çalıyor, hırsız köpek.
Dedemin bağrışlarına halalarım, amcam, nenem hatta annem bile uyanmıştı. Annem dedemin küfürlerine değil, benim feryatlarıma uyanmış olmalıydı. Dedem sürekli vuruyor, bende ellerimle kendimi korumak istediğimde pişman oluyordum. Kollarım ve omuzlarım bacaklarımdan önce morarmıştı. Annemin; dedemin savurduğu sopasının önüne geçmesiyle ortalık biraz duruldu. Annemin bu sözünü yarım yamalak duymuştum.
- Ne çalmışsa geri veririz!
Kollarımı, belimi ve iki ayağımı hareket ettiremiyordum. Kafamdan gelen kan gözlerimin önünden aşağı süzülüyordu. Dedem; annemin kararlı ve dik duruşundan etkilenmiş olacak ki; annemin beni kucaklayıp eve götürmesine izin verdi. Belki de benim ölmemden de korkmuş olabilir. Tabi annemin intihar etme ihtimalini de unutmamak lazım. Annem beni kucağında eve götürdüğünde; nenemle birlikte dedemde evimize bir hışımla girdil. Her yeri didik didik aradılar ama çuvalların yerini bulamadılar. Dedemin ilk vurmasından sonra çoğu şeyi hatırlamıyorum ama annemin dedemin karşısına dikilip "ne çaldıysa veririz" demesi beni hem sevindirmiş hem de çok üzmüştü. Ben hırsız değildim ki! Annem benim için "çalmış" diyordu. Ama göğsümü kabartarak anlatacağım bir şey daha vardı. Dedemin sopasının önüne atlayan ilk kişi annem olmuştu. Bu cesareti babam hatta amcalarım ve onların karıları bir kere bile gösterememişti. Aslında dedem güçlü kuvvetli biri değildi. İnsanları bir şekilde kendisine muhtaç ettikten sonra her istediğini yaptırıyordu. Dedeme ilk defa birisi "durrrr" demişti ve o kişi benim annemdi.
Dedem, o günden sonra bana sürekli hırsız demeye başladı ama umursamıyordum; çünkü ben hırsız değildim. Asıl hırsız olan oydu..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üstünde Ne Var? (Kitap Oldu)
General FictionDışarı çıktım, kapının önündeki merdivenlere oturup annemi beklemeye başladım. Hemen karşımdaki ağaç dallarının esen rüzgarla eğilmelerini izliyordum. Rüzgar o kadar sert esiyordu ki; ağaçların dalları yere değiyordu. Sonra bir anda aklıma dedem ve...