Aradan bir yıl geçmişti ve ben 14 yaşlarındaydım. Gözleri görmeyen kardeşim yavaş yavaş ayaklanmaya, ağzı da dillenmeye başlamıştı. Annemin gözleri ela, babamınkiler ise kapkaraydı. Kardeşim Nevzat'ın gözleri aynı benimkiler gibi açık elaydı ama en küçük kardeşim Umut'un görmeyen gözleri hiç birimize benzemiyordu. Kocaman göz çukurlarının içindeki yosun yeşili gözleri cam gibi parlıyordu.
Bir sabah hafif hafif rüzgar eserken, dedemlerin ve bizim evimizi çevreleyen armut ağaçlarının arasında, babamın yaptığı ahşap oturaklarda kardeşimi kucağıma almış bir şekilde oturuyordum. He bu arada bizim armudumuz meşhurdur. Aslında meşhur değil de çeşidi boldur diyeyim. Yağ armudu, bal armudu, terzi armudu, İstanbul armudu, kantar daşşağı armudu gibi bir sürü armut çeşidi. Hele bir armut var ki; hepsinden daha güzel. Kış armudu! Bu armuda yaz ayında asla dişini geçiremezsin. Annemin bu armut için çok güzel bir tespiti vardı "kış armudunu karların üzerine düştüğünde yiyeceksin" derdi ve sonuna kadarda haklıydı. Neyse, devam edeyim..
Annemin bana öğrettiği sayıları kardeşime öğretmeye başladım. Ben bir dediğimde o da biy diyordu. İki, ki - Üç, uç - dört, döyt - beş, baş - altı, aytı. Her söylediğim sayıyı tekrarladığı sırada bir anda durakladı ve hayatımı değiştirecek o soruyu sordu.
- Aba, Üstünde ne vay?
Haa unutmadan kardeşimin ilk sözü ne ana ne de babaydı. Sürekli yanında ben olduğum için ağzından çıkan ilk kelime ABA olmuştu. Abla bile diyemiyordu fukara. ABA demesi benim daha hoşuma gidiyordu. Bence çok daha güzel ve çok daha sevimli.
Kardeşimin bu soruyu neden sorduğunu önce anlamamıştım. Hem öğrense ne olacaktı ki? "İlk önce sayıları öğrenmeli" diye düşündüm. Sorusunu duymazdan gelerek sayıları öğretmeye devam etmeye çalıştım ama söylediğim sayıları tekrar etmek yerine kafasını hızlı hızlı sağa sola salladı ve bu sefer daha yüksek bir sesle aynı soruyu sordu.
- Abaaa, üstünde ne vayyyy?
Kardeşimin aynı soruyu ikinci kez sorduğunda aklım başıma geldi. O benim gördüklerimi görmüyor, duyduğu sesleri şekillendiremiyordu. Hem ben sayıları öğrendim de ne olmuştu ki? Kardeşimin sayılardan önce çevresini görmesi gerekiyordu. Sorduğu soruyu kısa süre düşündüm. Üzerimde; annemin geçen sene diktiği entarim, altımda da aynı renk ve desende şalvar, onun da altında babamın çarşıdan getirdiği lastik pabuç. Bütün bunları kardeşime nasıl anlatacağım diye düşünmeye başladım. Üzerimdekileri kardeşime söylediğimde. Meraklı bir şekilde cevabı bende olmayan bir soru sordu.
- Kıymızı nasıl biy yenk aba?
Korktuğum başıma gelmişti. Doğuştan gözleri görmeyen bir çocuğa renkleri nasıl anlatmam gerektiğiyle ilgili hiçbir fikrim yoktu. Her şeyi dokunarak anlamaya çalışan bir çocuk; üzerimdekileri dokunarak anlayabilirdi de, ya renkleri?
- Ben sana sonra kırmızın nasıl olduğunu anlatırım.
diyerek sorduğu soruyu geçiştirdim. Daha sonra ki günlerde kardeşime çevreyi anlatıyordum ama bir kere olsun renklerden bahsedemiyordum. Gözleri gören bizler için renkleri tanımlamak çok kolaydı. Kardeşime bir şekilde renkleri anlatmalıydım.
Birkaç hafta sonra kardeşimin bana renk soruları çoğalmaya başladı. Ağaçları anlatıyordum, rengini soruyordu. Annemi anlatıyordum, göz rengini soruyordu. Neyi anlatsam önce rengini sormaya başlamıştı. Bir akşamüzeri kardeşimle oynarken ve sorduğu soruların çoğuna verilecek cevap bulamazken annem yanımıza geldi.
- Kızım, bahçeden iki tane domates kopar da gel,
Her zaman yaptığım gibi kardeşimi sırtıma bağladıktan sonra dışarı çıktım. Evimizin arkasındaki küçük bahçeye indim. İki tane domates kopardığımda kardeşim,
- Aba, bende istiyom, bende istiyom.
dedi sevimli sevimli. Koparttığım üçüncü domatesi; kardeşimin uzattığı minicik ellerinin arasına sıkıştırdım. Domatesi alır almaz ısırdığını, enseme doğru akan domatesin suyundan anlamıştım. Koşar adımlarla eve geri döndüm. Anneme domatesleri verdim, ocağın önünde kardeşimi sırtımdan indirdim. Ağzı burnu kıpkırmızı olmuş, çenesinden de aşağı su akıyordu. Ağzındaki domatesi bir süre çiğnedikten sonra sevimli sevimli gülümsedi.
- Aba, tomates çoh gözelmiş.
O an aklıma müthiş bir fikir geldi. Kardeşime renkleri, onun dokunabildiği, hissedebildiği şeylerle anlatacaktım.
Kırmızı – Domates
Yeşil – Salatalık ve Yaprak
Sarı – Limon
Beyaz – Peynir ve Kar
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üstünde Ne Var? (Kitap Oldu)
Ficción GeneralDışarı çıktım, kapının önündeki merdivenlere oturup annemi beklemeye başladım. Hemen karşımdaki ağaç dallarının esen rüzgarla eğilmelerini izliyordum. Rüzgar o kadar sert esiyordu ki; ağaçların dalları yere değiyordu. Sonra bir anda aklıma dedem ve...