Binlerce kişinin önünde yürürken Aera ilk defa heyecanlı değildi. Başka bir gün olsaydı herkese el sallayıp gülümser ve halkın sorunlarını dinlerdi. Şimdiyse ayakları geri geri gidiyor, hatta tüm gücünü ayakta durmak için harcıyordu.
Gözaltları mosmor, teni solgun ve bakışları dalgındı. Çatlamış, hafif aralık dudaklarının arasından çıkan nefesi soğuk havayla bütünleşince buhar oluyordu. Omuzlarına gelen sarı saçlarıysa karmakarışıktı. Işığını kaybetmişti sanki. Sönmüştü.
Ayağı sendeleyince düşer gibi oldu ama biri kolunu tutarak onu tuttu. Dengesini kazanır kazanmaz kolunu çekti ve onu düşmekten kurtaran kişinin yüzüne bile bakmadan yürümeye devam etti.
Kalabalıktan yükselen fısıltılar rahatsız edici derecedeydi.
"Saçlarına ne olmuş?"
"Güzelim kızcağız birden bin yıl yaşlanmış sanki!"
"Duyduğuma göre kovulmuş."
Duymamayı diler gibi gözlerini kapattı kadın. Kapatmasıyla birlikte yaklaşık on dakikadir akmayan gözyaşları inci taneleri gibi süzülmeye başladı. Başı istemsizce öne eğildi ve gözü kapalı ağlayarak yoluna devam etti. Ta ki sağ taraftan birinin, "Oradaki kral José mi?" diye fısıldadığını duyana kadar.
Gözleri hızla açıldı ve saraya döndü. Bulanık gözleri görmesini engelliyordu. Kirli beyaz elbisesinin koluyla gözlerini kuruladıktan sonra bütün pencerelere tek tek baktı. José hiçbir yerde yoktu.
Hayalkırıklığıyla tekrar önüne döndü. Peşindeki askerler Aera'ya ait olan üç sandığı taşıyorlardı. Aera'yla birlikte Batı Cali'ye taşınmaya karar veren hizmetçisi Carmen ise kendi eşyalarını Aera'nın sandıklarından birine tıkıştırmıştı. Hizmetçi kız Aera'nın birkaç adım arkasından geliyordu.
Aera dudaklarını açmak için kendini zorladı. Kendinin bile duyamadığı bir sesle, "Bunu haketmedim," diye fısıldadı. "Yok yere evimden ayrılmak canımı öyle yakıyor ki."
Kalabalıktaki insanlar onu duyamamış olsa da vampirler duymuştu. Bir hüzün çöktü herbirinin üstüne. Resmi olmasa da Aera herkes için kraliçeydi.
İlerlemeye devam etti. Hava kapalı ve soğuktu. Fırtına çıkacak olmalıydı. Aera yeterince kalın giyinmemişti ve şimdiden üşüyordu.
Birinin gelip onu durdurmasını istiyordu. Ona gitmemesini, kalmasını söyleyecek birine ihtiyacı vardı. Tercihen, José.
Ama beklediği olmadı. Kalabalığın bittiği yere geldiğinde nihayet rahatça ağlayabileceği için tam sevinmişti ki önünde beliren beden düşüncelerini böldü.
William Jones pişmanlık dolu gözlerle bakarak, "Hepsi düzelecek," diye teselli etti kadını. "Bir süre dayan. Gelip seni alacağız Aera."
Güzel peri -ki şu an bir periden çok idama mahkum birine benziyordu- acı dolu bir ses çıkardı. "Seni sonsuza kadar sürgün ediyorum," diyerek José'nin birkaç saat önceki cümlesini tekrarladı. "Sonsuza kadar dedi William."
"Bak olay çok farklı tamam mı? Sana anlatamam ama sadece bir süre sabret. Biz gelip seni alacağız."
Aera içinde yeşeren umut tohumlarını görmezden geldi. Umut etmek şu an imkansızdı. Özellikle her şey bu noktaya kadar gelmişken. Tanıdık başka bir sesi daha duyunca gözleri kocaman açıldı.
"Aera!" diye çığlık attı Grace. Koşarak yanlarına gelirken her zamankinden daha vahşi görünüyordu. Ama bu sefer otlardan yapılmış bir kıyafet kadının özel bölgelerini kapatıyordu. Grace ileri atılarak Aera'ya sarıldığında peri ne yapacağını bilemeyerek William'a baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aera
VampireDünyada minimuma inen insan sayısı beş vampir krallığını büyük bir kriz ve kuraklığa sürüklemiştir. Artık krallar daha vahşi ve kontrol edilemez durumdadırlar. Kral José ise diğerlerinin bilmediği gizli bir silaha sahiptir. Ormanda yaşayan güzeller...