José odadan çıkar çıkmaz derin bir nefes alarak kendini yatağa bırakmıştı Aera. Bir an önce dışarı çıkmak ve insan arkadaşlar edinmek istiyordu. Burada kalmayı kabul etmesinin tek sebebiydi bu. İki yüz yıldır onu bir gölge gibi takip eden yalnızlığına son vermek istiyordu. Bunun için kanını vermesi gerekiyorsa, bunu yapabilirdi. Hem José'yle yaptıkları anlaşma tamamen Aera lehineydi.
O düşüncelere dalmışken aniden kapının açılması ve tek sıra şeklinde bir sürü insanın odaya girmesiyle irkildi. Hızla oturur pozisyona geçerek yastığı kendine siper etti. Tam ağzını açıp konuşacaktı ki José gideli beş dakika olmamasına rağmen kapı eşiğinde göründü. Sağ dudağını hafifçe yukarı kaldırarak gülümsedi José. Gülümsediğinde gerçekten küçük bir oğlan çocuğuna benziyordu. "Tatlı Aera'ya söylemeyi unuttuğum bir şey var," diye söze başladı genç adam. Ellerini arkasında birleştirerek içeriye birkaç iri adım attı. "Her ne kadar benim için sadece yemek olsanda, öğrenmen gereken şeyler var."
Aera yutkunarak gözlerini kırpıştırdı. "Ne gibi?"
"Okuma yazma gibi. Dans etmek gibi." Sözlerinin ardından gülümsemesini bozarak yine otoriter tavrına büründü. "Sanırım görgü kuralları dersiyle başlamalısınız."
"Bunu sen mi söylüyorsun?" Alaycı bir ses çıkarmıştı Aera. José'nin ona cevap vermediğini görünce karşısındaki dört kişiye dönmek zorunda kaldı. İkisi bayan ikisi erkekti. İlk arkadaşlarının böyle suratsız kişiler olduğunu görünce morali bozulmuştu ama yinede şansını denemek istedi. En şirin hâline bürünerek elini salladı. "Merhaba, ben Aera."
Ancak bu onları etkilemişe benzemiyordu. İki kadın kaskatı bedenleri ve ifadesiz yüzleriyle duvara bakıyordu. İkiside sarışındı, ikisininde saçları sıkıca toplanmıştı. Üzerlerinde birbirinin aynısı olan bol, koyu mavi elbiseler vardı. Onlarla arkadaş olmakta zorlanacağını düşünen Aera gözlerini adamlara çevirdi. Bir tanesi oldukça uzun ve inceydi. Esmer bir teni ve komik bıyıkları vardı. Yinede çok yakışıklıydı. Son öğretmeni ise ona samimi bakışlarla bakan tek kişiydi. Kısa boylu ve kiloluydu. Genç görünüyordu ve Aera'nın umutlanmasına yol açacak kadar sevimlice gülümsüyordu. Bingo! İlk arkadaşını bulmuştu!
Aera'nın gözlerinin Caleb McDonald üzerinde fazla oyalandığını fark eden José kaşlarını çattı. "Yeterli."
Efendilerinin önünde eğildikten sonra aynen geldikleri gibi giden öğretmenler Aera'nın sinirini bozmuştu. En azından seslerini duymayı dilerdi. Hepsinin birer birer odadan çıkışını hayalkırıklığıyla izledikten sonra elleriyle saçlarını taramaya başladı. José önce kızın büzülen dudaklarına, hüzünle eğmiş başına baktı. Ardından saçlarını tarayan ellerine çevirdi gözlerini. Bir şelale gibi kızın sağ omzundan dökülen saçları ve kolayca arasından geçen parmakları Aera'nın saçlarına ne kadar önem verdiğini gösteriyordu. Genç adam başını başka yöne çevirdi. "Kes şunu."
Aera bir şey söylemeyerek sadece iç çekti, ardından ellerini pes etmiş gibi kucağına bıraktı. Onun sessizliği José'nin dikkatinden kaçmamıştı. Yan gözle genç kadına baktı. "Neden konuşmuyorsun?"
"Sen konuşmuyorsun ki. Sadece emir veriyorsun."
"Sana yarın bir liste yollayacağım. Şimdi uyu."
Yine bir emir vererek ayrılmıştı odadan. Onun bu huyu Aera'yı çok kızdırıyordu ama ayrıca heyecanlandırıyordu da. Kural tanımaz davranışları ve her şeyi yapabilecekmiş gibi konuşması onun erkeksi görüntüsünü tamamlıyordu. Bir kadın için şüphesiz ki mükemmel erkeğin tanımıydı. Güçlü, sert ve yakışıklı. Aera ona bakınca asla yıkılmayacak devasa bir kale gibi göründüğünü düşünüyordu.
Uykusunun geldiğini hissederek yorgunca yatağa kıvrıldı genç kız. Yastıklardan birine sıkı sıkı sarıldı. Ardından güzel, derin bir uykuya daldı.
José ise odadan çıkar çıkmaz kendi odasının yolunu tutmuştu. Betondan yapılma uzun bir koridorda yürüyordu. Duvarlarda önemli vampirlerin portreleri ve düzenli aralıklarla yerleştirilmiş meşaleler vardı. Sessizliği bozan tek şey genç adamın ayak sesleriydi.
Koridorun sonuna kadar ilerledi. Aera'nın odası dahil beş odayı geride bırakmıştı. Kendi odasıda buna dahildi.
Meşe ağacından yapılmış görkemli kapıyı açtı. Gürültüyle açılan ağır kapının menteşeleri gıcırdıyordu. Yağlanması gerekiyordu ama José'nin veya adamlarının buna ayıracak vakti yoktu.
Çalışma odası sıradandı aslında. Yine meşe ağacından yapılmış işlemeli, kocaman bir masa vardı pencerenin önünde. Masa ve pencere arasında, kral tahtının küçük versiyonu olan bir taht vardı. Siyah ipekle döşenmişti ve elmas parçalarıyla iyice görkemli hâle getirilmişti. Masanın üstü birçok kağıt ve haritayla doluydu. Masanın önüne biraz daha sade, kahverengi bir koltuk takımı yerleştirilmiş ve ortayada bir sehpa konmuştu. Odanın geri kalanı ise yerden tavana uzanan kitaplıklar ve tablolar ile doluydu. Odayı yüzlerce mumun yerleştirildiği ihtişamlı devasa bir avize aydınlatıyordu.
José gereksizce boğazını temizledikten sonra tahtına oturdu. Tam elini Güney Cali'nin haritasına atmıştı ki William Jones bir anda odada bitiverdi.
Genç asker kapıyı arkasından kapattıktan sonra odanın ortasına gelerek selam verdi. "Majesteleri."
"Jones," dedi düşünceli bir sesle José. Sırtını tahtına ve dirseğinide tahtın kol kısmına yasladı. Alt dudağı şimdiden parmaklarının oyuncağı olmuştu. "Kapıyı tıklatmadın."
Asker omuz silkti. "Açıktı."
İkisinin bakışması Jones tekrar konuşana kadar sürdü. "Kızla konuştun mu?"
Bunun neden Jones'u ilgilendirdiği merak konusuydu ama José yinede cevap verdi. "Evet," dedi kafasını sallayarak. Ardından kollarını yukarı kaldırarak gerindi. "Onunla uğraşmak zor olacak."
"Bence daha zor olacak olan şeyler var," dedi William kaşlarını kaldırarak. "O gelir gelmez kalenin kokusu değişti ve ben bile kanının kokusuna dayanamıyorum." Kralının tepki vermediğini görünce devam etti. "Ayrıca gördüğüm en güzel kadın. Bakire olduğuna şüphem yok. Kurtların arasındaki bir kuzu gibi."
"Onu neden önemsiyorsun?" José sorusunu sorarken açık bir şekilde sertleşmişti. Dudağıyla oynamayı bırakmış ve tahtından kalkıp pencerenin önünde dikilmeye başlamıştı.
William gözleriyle genç adamı takip ederek, "Böylesine saf bir kız gördüğü ilk erkeğe aşık olacak." dedi. "Kızın hem hayatını, hem kalbini çalacaksın."
"Emin ol benden nefret ediyor," dedi José pencerenin pervazına yaslanıp kollarını göğsünün üzerinde kavuştururken. Bu onun alışkanlığıydı. Farkında olmadan sürekli kollarını kavuştururdu. "Bana aşık olamaz."
"İnsanların nasıl hissedeceğini kontrol edemezsin. Benim adımda William Jones ise, Aera çoktan sana kapıldı ve bahse girerimki çok acı çekecek, Majesteleri."
Sakin bi bölümdü sanki. :D Yorumlarınızı esirgemeyin lütfen, iyi gecelerrr :D

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aera
مصاص دماءDünyada minimuma inen insan sayısı beş vampir krallığını büyük bir kriz ve kuraklığa sürüklemiştir. Artık krallar daha vahşi ve kontrol edilemez durumdadırlar. Kral José ise diğerlerinin bilmediği gizli bir silaha sahiptir. Ormanda yaşayan güzeller...