Aera'nın gözlerini açmasına sebep olan şey tıkırtılardı. Genç kadının hatırladığı son şey mağarasının önünde yaşananlardı. Karşısında ona bakmakta olan yüz vampiri düşününce tekrar irkildi. Onu son hatırladıklarından kurtaran ve az önce uyanmasını sağlayan tıkırtıyı yine duydu. Etrafına baktı ancak bir şey göremedi. Tamamen yabancı bir yerdeydi. Yeni bir dünyadaydı sanki. Yaşadığı mağaradan çok daha farklı bir yerdi burası. Öncelikle yattığı yer bir pamuk kadar yumuşaktı. Tam karşısında bir duvar vardı ve daha önce görmediği bir şekilde duvar içe doğru düzgünce kırılmıştı. Açılan boşlukta ateş yanıyordu. Sağ tarafına döndü. Yanı başında ahşaptan yapılma, kutuya benzer bir şey vardı. Adını bilmiyordu. Pencereden dışarıya baktığında ayın ışıl ışıl parladığını gördü.
"Kalbinin bu kadar hızlı atması senin zararına."
Sol taraftan gelen tanıdık, sert sesle birlikte yerinden sıçrayarak o tarafa döndü. José, Aera'nın adını bilmediği bir yerde oturuyordu. Aera, oturduğu yeri kocaman ve yumuşak bir sandalyeye benzetti. Bakışlarını tekrar José'ye çevirdi. Genç adam kollarını göğsünün üzerinde kavuşturmuştu ve erkeksi bir şekilde bacak bacak üstüne atmıştı. Üzerinde beyaz bir gömlek ve kahverengi bir pantolon vardı. Aera bir an gözlerinin kamaştığını hissetti. Öldürücü derecede yakışıklıydı. Alnına düşen dağınık kahverengi saçları ve şömine ateşiyle bütünleşen kahverengi gözleri Aera'nın adını bilmediği hislere yol açıyordu. Ancak kasılmış yüzü Aera'nın ne durumda açıkça belli ediyordu.
"Neler oluyor?" derken Aera sesinin titremesine engel olamamıştı. İki yüz yıldır vampirlerden saklanıyordu. Ve oyunun sonuna gelmişti. Yakalanmıştı.
José başını geriye atarak gözlerini tavana dikti. Yumruklarını sıkıyordu. Boynundaki damarları Aera görebiliyordu. Adam dişlerinin arasından, "Sakin ol peri," dedi zorlukla. "Ve şu nabzını kontrol altına al."
Aera José'nin dediklerini anlayınca gözleri irileşti ve nabzı daha çok atmaya başladı. Oturur pozisyona gelerek sırtını geriye yasladı. "Beni ısıracak mısın?" diye sordu büyük, dolu gözlerle José'ye bakarak.
José güçlükle, "Şu an değil," dedi. Erkeğin sözleriyle birlikte Aera rahat bir nefes aldı. Tam José için işler daha kolay hâle gelmişken Aera'nın kalbi daha hızlı atmaya başladı.
"Sonra ısıracaksın yani?" dedi daha da korkulu bir sesle. "Tanrım. Nasıl bir belaya bulaştım ben?"
José cevap vermeden aynı pozisyonunu korudu. Dakikalar geçti. Belkide saatler. Kimse bilmiyordu. En sonunda Aera biraz daha sakinleşmiş bir şekilde tekrar konuşmayı denedi. "Şimdi daha iyi mi? Hâlâ beni ısırmak istiyor musun?"
"Seni ısırmak istemiyorum," dedi José başını kaldırarak. Gözleri doğrudan Aera'nınkilere bakıyordu. "Kanının tamamını tek seferde bitirmek istiyorum ama o güzel vücudun kuruyup giderse ne olur?" Başını yana eğerek düşünüyormuş gibi yaptı. Büzülmüş dudakları her ne kadar sevimli olsa da yüz ifadesi bir katil gibi karanlıktı. "Hmm. Cevap fazla açık gibi."
Aera nefesini tuttu. "İki yüz yıldır siz katillerden saklanıyorum," dedi fısıltı gibi bir sesle. "Ve iyiliğimin karşılığı olarak kurutulmak üzere buraya hapsedildim. Öyle mi? Siz katiller borcunuzu böyle mi ödersiniz?"
José umursamaz bir şekilde omuz silkti. Dudakları bir çocuğunkiler gibi büzülmüştü. "Seni kurutmayacağımı söyledim," dedi masum bir sesle. "Ayrıca zaten senin peşindeydim," diyerek masum tavrını sürdürdü. "Bana kendi ayaklarınla geldin. Benim suçum değil."
O böyle davranırken Aera ne yapacağını bilemiyordu. Nasıl konuşmalıydı? José ilk tanıdığı José'ye hiç mi hiç benzemiyordu. Şu an karşısındaki adam parmağını bile oynatmadan birini öldürebilecek gibiydi. Hatta bakışlarıyla bile bunu yapabilirdi. Ancak o kadar muhteşem bir görüntüsü vardıki Aera bir an onun ellerinde seve seve ölebileceğini düşündü. Ama sadece kısacık bir an.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aera
VampireDünyada minimuma inen insan sayısı beş vampir krallığını büyük bir kriz ve kuraklığa sürüklemiştir. Artık krallar daha vahşi ve kontrol edilemez durumdadırlar. Kral José ise diğerlerinin bilmediği gizli bir silaha sahiptir. Ormanda yaşayan güzeller...