40. BÖLÜM YILLANMIŞ SIR

1K 130 61
                                    


Bora'dan...

Bazen insan kaçmaya çalışır sorunlarından. Bazısı sıkıntısını yalnız oturup, sanki içerisinde derman arıyormuş gibi yıldızlara bakarak silmeye çalışır, bazısı ıssız karanlığa boğazını yırtarcasına bağırarak.
Ha birde psikiyatrist var değil mi ? Zümra yengemiz gibi değilde şu mesaisini doldurmaya, gününü geçirmeye çalışan doktorlar. Sadece bir saat konuşur, eline iki-üç tablet yazdığı ilaç reçeteni tutuşturup, belki on gün harcayacağın rızkını cebine indiren, mini etekli, kısık sesli, durmadan sahte gülücükler saçan psikiyatrisler.

İşe yaramıyor mu ? Tabi ki karşı değilim.

Ama olmuyor. Bize karşı, bizi boşverin herhangi bir askere karşı bilim, tıp bir işe yaramıyor. Bazısı kafayı sıyırır, bazısı pes edip, şakağına dayar namluyu basar tetiğe.

'Allah bu duruma düşmekten bütün kullarını korusun.'

Eee bunada inancımız izin vermiyor. Sonra bir nur doğar düşüncelerine. Herşeyin sınav olduğunu, Hayrın ve şerrin Allah'tan geldiğini birkez daha hatırlatır sana. Bu kez haykırmak için değil, şükretmek için derin bir nefes alırsın karanlığa karşı.

' Senden gelene Eyvallah Rabbim ! '

Şuan Rahman'ın düştüğü durum işte tamda bu durum.

Gelsin psikiyatrist Rahmanla konuşsun. Ne diye bilir ? 'Beni on yaşında kaçırdılar anasız babasız büyüttüler.' dese, 'Vatanıma canımı koydum, insan bünyesinin dayanamayacağı işkenceler çektim, sayısını bilmediğim vatan evlatları yanımda, gözümün içine baka baka can verdi.' dese ne diye bilir, ne cevap verebilir ?

Görmesini bırakın, televizyona çıktığında kanal değiştiren, gazetede, romanlarda dâhi okuyamayan biri nasıl avutur bizi ? Evet beşyüz miligramlık antideprasan hapları çözer değil mi sorununu ? Hiç değilse geceleri uyur gündüzleri derdini çekmeye devam edersin. En fazla çözümü bu olur değil mi ?

Burada devreye Topal Hocamız'ın ada da bize aşıladığı, iliklerimize kadar işlediği Tasavvuf ilmi giriyor.

" Hak deyin oğul, Hak deyin. "

Ne olduğunu, ŞahMelik ile aralarında ne geçtiğini bilmiyorum ama Rahman çoban evinden ayrıldığımızdan bu yana konuşmamasını, sadece içinden birşeyler mırıldanmasını artık kabullenemiyorduk. Koray'da aynı durumdaydı. Onların bildiği ama bizim bilmediğimiz, kardeşlerimizi altüst eden birşey vardı.

Yine nur yüzlü, tatlı dilli Topal Hocan'ın bir nasihati geldi aklıma.

" Çarpışmaya giderken hep gülün birbirinize. Güzel sözler söyleyin. Kimin Hakka yürüyeceği belli olmaz. Yüzünüzü en son nasıl hatırlamak istiyorsanız öyle davranın birbirinize."

Kenan, Samet, Oğuz, Sinan önümüzde ki pikapta karanlık, toprak yolu yarıp giderken, Ben, Rahman, Koray ve Ömer arkadaki araçta, lastiklerinden fırlayan çakıl taşlarını seyrede seyrede onları takip ediyorduk.

Sol tarafımdaki Ömer'e göz attım. Ömer gözlerimden okumuş olacak ki sol eli direksiyonda, sağ eli ile dikiz aynasını düzelterek ateşi yakan kıvılcımı attı.

" Reis sıkıntı ne? İkinizin bilip, bizim bilmediğimiz birşey mi var? Bütün konuşulanı duyduk. O konuşmanın içinden sizin aldığınız şeyi biz neden alamadık. Ailemizi kurtardığımıza bile sevinemedik."

Başımı arkaya çevirip sorgular gibi ikisinde de göz gezdirdiğimde Koray, arka koltukta sağ tarafındaki gözü dışarda olan Rahman'a baktı.

Biliyorlardı benim çok meraklı olmadığımı, boş konuşmayı sevmediğimi.

Rahman vücudunu dikleştirip ağır ağır direksiyondaki Ömer'e baktı.

KARA MUHAFIZLAR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin