Bölümü yazmadan önce planımda iki farklı ağızdan yazmak vardı fakat Burak kısmı planladığımdan fazla uzun olduğu için ve kalan kısım bugüne yetişmeyeceği için bölümü ikiye bölmeye karar verdim. O yüzden önceki birkaç bölüme göre kısa olabilir, kusura bakmayınız :)
İyi bir okuma olması umuduyla, bölüme geçebilirsiniz...
***
Burak'ın Anlatımıyla,
Üzerimi tamamen giyindikten sonra koltuğa attığım havluyu tekrar elime alarak saçlarımı kurulama işlemine devam ettim.
Yaklaşık yarım saat kadar önce Merve'yle vedalaşmış eve gelmiştim. Eve geçmesi gerektiği için fazla muhabbet edecek zamanımız olmamıştı. Gerçi, aklının Naile'de kaldığını bildiğim için onu muhabbet etmeye zorlamak adına bir atak yapmaya da çalışmamıştım. Sessiz araba yolculuğundan sonra ona sıkıca sarılmakla yetinmiş, beynindeki karmaşaya dönmesine müsaade etmiştim. Bu, engel olabileceğim bir şey değildi.
Kapının açılan sesini duyunca gelenin Doruk olduğunu düşünerek havluyu yatağa atarak kaldığım misafir odasından hızla çıktım. Onunla görülecek hızlı bir hesabım vardı. Merve'ye söz vermiştim.
İçeri girenin Mert olduğunu görünce istemsizce, "Sen miydin?" deyiverdim. Gözlerine ulaşmayı beceremeyen minik gülümsemesiyle, "Başkasını mı isterdin?" diye cevap verdi. Düşük ses tonu gözlerimin kısılmasına sebep olurken, "Doruk'u bekliyordum da," dedim. "Sen iyi misin?" Ayakkabılarını ayakkabılığa sakince koyarak omuz silkti. Ekstra bir cevap vermeyerek salona girince kendi kendime gözlerimi devirdim. Bir sizin tribiniz eksikti anasını satayım.
Peşinden salona girerken, "Neyin var oğlum, söylesene." dedim, ısrarcı bir tavırla. Doruk bu akşam sinirimin sınıra ulaşmasına sebep olmuştu, dolayısıyla Mert'in böyle bir şansı olmayacaktı.
Kendini koltuğa atarak yorgun bir nefes verdi. O elleriyle yüzünü sertçe sıvazlarken karşısına oturdum. "Dediğini yaptım." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi kısarak kısa süre düşündüm. Hangi dediğim?
Yüzümdeki anlamsız ifadeyi anlamış olmalı ki gözlerini devirerek, "Vesile'yle konuşmamı söylemiştin." diye açıkladı. Ağzım hatırlama nidası olan heee sesiyle aralandı. Doğru, öyle bir şey demiştim, değil mi?
Gözlerim istemsizce kısılırken konuşmadan önce kısaca onu inceledim. Eğer Vesile onu mutlu edecek bir cevap vermiş olsa bu durumda olmazdı muhtemelen. Her ne olmuşsa Mert'in umduğunun aksi şeklinde olmuştu.
"Sonuç?" dedim, başka diyecek bir şey bulamayarak. Yanaklarını şişirip bir nefes verirken kendi kendine güldü. Bu gülüş, mizahtan yoksundu. "Sence olumlu bir cevap vermiş olsa bu halde olur muydum kardeşim?" Başımı, dostumun üzüntüsünü paylaşarak yana doğru hafifçe eğdim. Açık konuşmak gerekirse ona Vesile'yle konuşmasını söylerken sonucun bu olacağını ben dahi tahmin edememiştim. Yan yanayken çok fazla uyumluydular. Çok... mutlu gibiydiler.
Ellerini yüzüne kapattı. Boğuk sesiyle, "Bir daha nasıl yüzüne bakacağım?" dediğinde bir nefes verdim. "Abartma oğlum." dedim. "Dünyanın sonu değil ya. Hem aynı yerde çalışıyorsunuz sonuçta, bakmak zorundasın bir yerde." Ellerini yüzünden çekmiş bana kısılmış gözleriyle bakarken, "Senin tavsiyene uyan aklıma sıçayım ben." dedi. Sinirle ayağı kalkarak, "Dümdüz yaşıyordum işte. Olaysız hayatıma olay katmama ne gerek vardı sanki?" diye çıkıştı. Kendimi savunmak adına cevap ararken bir kere daha yankılanan kilit sesini duyunca ayaklanıp, "Sana sonra döneceğim." dedim. Gözleri iyice kısılırken, "Ne saçmalıyorsun lan?" dediğinde işaret parmağımı dudaklarıma çıkartıp sertçe şşş demekle yetindim. Kaşları çatık kalırken odadan çıktığım için arkamdan ettiği küfrü duyamadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Rengi: Mavi
RomanceBu kitap "aşk" ile ilgilidir, askerliğe dair ayrıntılı anlatımlar içermemektedir. *** Şu an dünyada yazılmış̧ kaç̧ roman vardır? Milyonlarca. Peki yazılmamış̧ kaç̧ roman vardır? Her bir insanın hayatı sayfalara dökülmemiş̧ birer roman sayılamaz mıyd...