"Sonunda!" dediğinizi duyar gibiyim.
Uzun dediğim tüm bölümleri unutun. Bu bölüm hepsini ezdi geçti. Umarım okumaktan zevk aldığınız bir bölüm olur. Çok konuşmadan bölümü beğenilerinize sunuyorum. İyi okumalar efenim...
***
Soğuk havanın kısa sürede esir aldığı bedenim, kafeye adım attığı anda kendini sıcağın güvenilir kollarına teslim etti. Hızla ısınmaya başladığımı hissedince hâlâ soğuk hissiyatından kurtulamamış dudaklarım arasından buğulu bir nefes bıraktım.
Kafenin camla kaplı cephesinden Burak'a bakıp gülümsedim. Gözleri kısık bir şekilde kafenin içerisini tararken bakışları bende kilitlenince açık camının arkasından kısaca gülümseyerek karşılık verdi. Ben aradığının ne olduğunu anlamaya çalışırken o camı kapatarak yola çıktı. Kendisi ben içeri girene kadar beklemek istediğini söylemişti. Bu mantık beni eve bıraktığında işlerdi ama halka açık bir kafeye girmemi neden beklediğini çözememiştim.
Adımlarımı hızlandırarak bana gülümseyen Demir'e doğru yürüdüm. Gülümsemesine nazikçe karşılık verirken yanına ulaşmıştım. Kalkmaya yeltenince elimle onu durdurup, "Hiç rahatsız olmayın." dedim. Zaten birkaç saniye içerisinde çantamı ve montumu yanımdaki sandalyeye bırakarak karşısına oturmuştum.
Üzerini tamamen göremesem de bugün takım elbiselerinden arınmış gibiydi. Dün bilerek dağıtılmış gibi duran koyu renk sarı saçları bugün gerçek bir dağınıklık içerisindeydi. Beyaz tişörtünün üzerine giyindiği gri kazağın normalde onu yaşlı göstermesi gerekirken aksine dinamik göstermesi enteresandı. Erkekler ne giyinse yakışır diye bir kaide vardı da acaba bizim mi haberimiz yoktu?
"Beni kırmayarak teklifimi kabul ettiğin için teşekkür ederim." dediğinde, birden ikinci tekil şahıs ekine geçtiğini fark edince garipsesem de bozuntuya vermeden başımı omzuma doğru yatırarak, "Ne demek." dedim. "Dün biraz karmaşık bir gündü. Telafi edebilmek için şansım olduğuna sevindim." Basit bir matematikle otuz bir-otuz iki yaşında olduğunu dün anlamıştım, aramızda herhangi profesyonel bir iş olmadığına göre -siz takısını kullanmaması işime gelirdi. Gereksiz kullanımlarda garip kaçan bir takıydı sonuçta.
Yaslandığı sandalyesinden, sakin tebessümü eşliğinde ayrılarak masaya doğru eğildi ve ellerini masada birleştirdi. "Herkesin kötü günleri olur. Mühim değil." dedi, anlayışlı bir tavırla. Ben bir cevap vermeden önce, "Bu arada," dedi. Sesinde aşikâr bir merak vardı. Başını yana eğerek, "Öyle camdan bakarken geldiğini gördüm de dün seninle gelen beyefendi bıraktı sanırım bugün de. Erkek arkadaşın mı kendisi?" diye devam ettiğinde kaşlarım çatıldı. Yeni tanıştığın bir insana bu soruyu neden sorardın ki?
Çatılan kaşlarım onu germiş olacak ki ellerini havaya kaldırarak, "Yanlış anlama." dedi. "Eğer burada olman kendisinin canını sıkıyorsa seni zora sokmak istemem." Kaşlarım, bulundukları konuma meydan okuyarak daha çok eğilirken, "Neden burada olmamın onun canını sıkacağını düşündün?" dedim. Omuz silkip, "İki gündür seni kendisi bıraktığı için bir an bu düşünce doldurdu beynimi." diye cevap verdi. Gerilen yüz kasları konuşmanın istediği yönde gitmediğinin habercisiydi. Sorduğuna pişman olmuş bir tavrı vardı.
"Ya da belki çok nazik bir insandır?" dedim, ona yanıldığını ispat etme gayesiyle. Gülerek başını salladı. Gülüşü mizahtan yoksun ve gergin bir gülüştü. "Doğru. Onu düşünememişim, benim kabalığım." dedikten sonra, "Bak ne diyeceğim, bu konuşmayı hiç yapmamış gibi başa sarsak nasıl olur?" diye ekleyince kaşlarımı gevşeterek ciddi duruşumu bozmaya çalıştım ama bana böyle bir soru ile geldiği için gerilmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Rengi: Mavi
RomantikBu kitap "aşk" ile ilgilidir, askerliğe dair ayrıntılı anlatımlar içermemektedir. *** Şu an dünyada yazılmış̧ kaç̧ roman vardır? Milyonlarca. Peki yazılmamış̧ kaç̧ roman vardır? Her bir insanın hayatı sayfalara dökülmemiş̧ birer roman sayılamaz mıyd...