Montumu askıya asıp sandalyeme çöktüm ve başımı kollarım arasına alıp masaya yattım. Dün gece kızlarla oturup muhabbet ettiğimiz için sadece üç saatlik uykuyla duruyordum. Yaklaşık bir saat kimseyle randevum yokken hazır, uyumak en iyisiydi.
Bir hafta içinde herkesle görüşmüştüm hemen hemen. Gelmemekte ısrar eden birkaç yüzbaşı hariç çok kişi kalmamıştı. En azından teğmenler beni zorlamıyorlardı. Bugün de son kalanları bitirecektim inşallah ama bu kafayla ne kadar ilgilenebilirdim emin değildim.
Tam dalmış güzel bir rüyaya yelken açacakken aniden çalmaya başlayan siren sesiyle yerimden sıçradım. Telaşla kapıya koşup dışarı çıktım. Binanın içinde kimse yoktu. Herkesin bu kadar çabuk çıkması enteresandı. Bende çok oyalanmadan toplanma alanına yöneldim.
Bütün askerler belirli aralıklarla tek sıra halinde dizilmiş rahatta bekliyorlardı. Anladığım kadarıyla rütbe sırasına göre dizilmişlerdi. İstemsizce kaşlarım çatıldı. İyi bir şey olmadığı belliydi. Sessizce kenara doğru yürüdüm.
Yüksek rütbeli olduğu belli olan bir komutan ve arkasından Binbaşı Avşar askerlerin önüne geçti. Hepsi aynı anda ayaklarını kapatıp bir ellerini yanda bırakırken diğerini asker selamı verir vaziyette alınlarına koydular.
"Rahatta bekle asker!" diye bağıran adamın ardından alana bir ambulans girdi. Kalbim bir anda hızla çarpmaya başladı. Bu sahneyi, çıplak gözle hiç görmemiş olsam dahi biliyordum. Gerçeğin farkındalığıyla kalbim sıkıştı. Elim istemsizce acı çeken kalbimin üzerine gitti, ağrıyı dindirmeye çalışırcasına. Bir asker şehit düşmüştü, bir pilot.
Gözüm kalabalığı taradı. Yeni fark ettiğim bir grup insan gözyaşları içinde bekliyorlardı. Ortada bir kadın yanındaki iki kişiye dayanmıştı, düşmemek için kendini zor tutuyor gibiydi. Yan tarafında ellerini önünde birleştirmiş dik durmaya çalışan bir adam vardı.
Komutan komut verince yedi asker, birisi önde büyükçe bir çerçeveyle giderken altısı ambulanstan çıkardıkları üzeri bayrakla örtülü tabutu kaldırıp yine komutla aynı şekilde yeni fark ettiğim yüksek taşın üzerine bıraktılar. Askerler tekrar komut alıp yerlerine giderken başka önden giden tabutun önüne sıkıca tuttuğu çerçeveyi bıraktı. Tabutun arkasında kaldığım için fotoğrafı göremiyordum.
Gözüm asker kalabalığa kaydı. Az önceki gibi selam vaziyetindeydiler. En önlerde duran Yüzbaşı Burak'a baktım. Yüzünde hiçbir ifade olmaksızın tabuta bakıyordu.
"Kızım!" diye kopan bir feryatla az önce yanındakilere yaslanan kadın koşarak tabuta doğru gelmeye başladı. Onun bu halini görünce gözlerimin dolmasına engel olamadım. Ağzımdan kaçmak için çırpınan hıçkırığı elimle kapatarak içime hapsettim. Kızım demişti, kızım. Bir kadın şehit düşmüştü. Bir hemcinsim yatıyordu o tabutun içinde.
Peşi sıra akan göz yaşlarımı durdurmaya çalıştım. Ağlamanın yeri ve sırası mıydı emin değildim ama kızının tabutunu okşayarak ağlayan bir anne ve gözünden akan yaşlara rağmen hala dik durmaya çalışan, karısını yatıştırmaya çalışan bir baba vardı karşımda, göz yaşlarım benden bağımsız hareket ediyorlardı.
Daha fazla bu sahneyi görmeye yüreğimin dayanamayacağını fark edince hızlıca binadan içeri girdim ve odama koştum. Tutmaya çalıştığım hıçkırığımı serbest bıraktım. Kapıyı arkamdan kapatıp yaslanarak yere çöktüm.
Gerçek hayat hiç dizilere, filmlere benzemiyordu. Gerçekler daha acıydı, daha... gerçekti. Bir annenin feryadı... gerçekti, yüreği yanan bir baba... gerçekti, tabutun içindeki kadın... gerçekti, ölüm... gerçekti. Tanımıyordum belki ama bir önemi yoktu, bu ülke için, vatan için canını vermişti, işte bu en gerçek olanıydı. Benim bile yüreğim yanarken o anne, baba nasıl yaşayacaktı artık, nasıl nefes alacaklardı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Rengi: Mavi
Storie d'amoreBu kitap "aşk" ile ilgilidir, askerliğe dair ayrıntılı anlatımlar içermemektedir. *** Şu an dünyada yazılmış̧ kaç̧ roman vardır? Milyonlarca. Peki yazılmamış̧ kaç̧ roman vardır? Her bir insanın hayatı sayfalara dökülmemiş̧ birer roman sayılamaz mıyd...