34 | HÜZNÜN SİMGESİ

154 9 20
                                    

Bölüm gece atılmıyor, gözler yaşlı... Şu düzenleme işi olmasa çok daha erken atmıştım da neyse neyse biz önümüze bakalım ve bölüme geçelimm...

***

Burak kolumu daha çok koluna dolayarak sinirle homurdandı. Sabır dilenerek gözlerimi yukarı kaldırdım. Ona ayaklarımın işlevini kaybetmediğini, kendim yürüyebileceğimi bin defa söylemiş olmama rağmen ısrarla ondan destek almamı istiyordu. Söylenmeyi bırakmıştım çünkü apartmanın girişinde beni kucağına almaya kalkmıştı. 

Üç gündür gözetim amaçlı hastanedeydim. Vücudumdaki bereler neredeyse iyileşmişti. Ağrılarım azalmış, yaralarım kabuk bağlamıştı. Başımdaki minik sargıyı çıkartmışlardı. Kolumdaki ve haliyle elimdeki sargı duruyordu ama onların da canımı acıttığı söylenemezdi, aldığım ağrı kesiciler sağ olsun. Sadece ani hareket ettirince ve baskı uygulayınca elim ilaçlara rağmen acıyordu. O da olması gerekendi zaten.

Annem her ne kadar kalmak istese de babamın ve Melih'in işleri, Meyra'nın dersleri sebebiyle bu sabah dönmek durumunda kalmışlardı. Annem uzun bir zaman burada bizimle kaldığı için evdeki işler de bir hayli aksamıştı. Üzerinden iki gün bile geçmeden geri gelmek zorunda kalmıştı bir de. Kalbi benimle kalmasını fısıldasa da aklının evde kalacağını biliyordum. O yüzden gece onu iyi olduğuma ikna etmiş ve gitmesini istemiştim. Bende isterdim ailemin benimle kalmalarını ama herkesin kendi zorunlulukları vardı. Diğer bir yandan da üç gün yetmişti bana. Beni benimle bir dakika bile yalnız bırakmamışlardı. Başımda sürekli birileri vardı. Yankı'dan Binbaşına kadar herkes neredeyse ziyaretime gelmişti. Bu beni çok iyi hissettirse de artık biraz yalnız kalmak, kafamı tam anlamıyla toparlamak istiyordum. 

Burak, Naile'nin ona verdiği anahtarla kapıyı açmak adına kolumu bıraktığında sakin bir nefes vererek duvara yaslandım. Soğuk bir perşembe gününün akşam saatlerindeydik. Üç gündür yattığım için hazırlanıp hastaneden buraya gelmek bile hamlamış bedenimi fazlasıyla yormuştu.

"Geç bakalım." dedi Burak kapıyı açıp önümden çekilirken. Dediğini ikiletmeden önden girdim. Peşimden o da girdikten sonra kapıyı açık bırakarak beni salona doğru yönlendirdi. Her ne kadar yardımını istemesem de belimdeki elinin varlığı kendimi daha güvende hissetmemi sağlıyordu.

Kendimi üçlü koltuğa bıraktığımda, "Ben sana bir su getireyim." diyerek odanın kapısına yöneldi. Odadan çıkmasına izin vermeden, "Getirme hayatım." deyip onu durdurdum. Gerçekten su istemediğime inanmayarak şüpheyle yüzüme bakınca gözlerimi devirdim. Kendimi toparlamış olmamın en güzel yanlarından biri artık göz devirirken canım acımıyor olması olabilirdi. 

"Burak Allah aşkına otur. Şu evhamlı hallerinle yordun asıl beni ya, otur." Sinirle kurduğum cümlelere masumca gözlerini kırpıştırarak karşılık verince kendimi tutamayıp gülerek başımı iki yana salladım. 

O yanıma gelirken kapının kapanan sesini duydum. Karmakarışık bir muhabbet sesi geldi. Umursamadan başımı Burak'ın omzuna yasladım. Kolunu bana sararak iyice kendine çektiğinde ayaklarımı da koltuğa çıkarttım. 

En önde Vesile girerken, "Yalnız bak biz o maçı alırız. Kadroda Pelkas, Gustavo, Mesut varken gram şansınız yok." dediğinde bir kere daha göz devirmek istedim ama üşendim. Ben Burak'la ayrı arabada gelmiştim. Onlar arkamızdan Doruk'un arabasıyla gelmişlerdi. Konuşmanın hararetine bakılırsa muhtemelen dakikalardır maç muhabbeti yapıyorlardı. 

"Partner neyi anlamak istemiyorsun? Ligde birinci sıradayız biz. Siz kaçıncı sıradaydınız bir hatırlatsana bana?" diyen Mert'in alayına karşılık güldüm. Yorgun olmasam muhabbete girer ona katılırdım çünkü bir Galatasaraylı olarak Fenerli bir kimsenin karşısındaki yerimi daima korumam icap ederdi.

Aşkın Rengi: MaviHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin