~KUZEN~

4.3K 190 18
                                    

Multide Merve..

Meriç beni eve bırakmış bavullarımı evime kadar taşımıştı. Bende hemen duş alıp uyumuştum.

Ertesi gün..

Bugün Meriç'in doğum günüydü. Ona bir süpriz yapacaktım. Okul çıkışında sahil kenarındaki cafede parti düzenleyecektik. Okuldan çağıracaklarımız gelecekti partiye. Ama önce okula gidecektim. Hemen okul formamı giydim. Kampa gitmeden önce almıştım formalarımı. Birazcık bir şeyler atıştırıp beyaz converslerimi giydim. Sonbahar bitiyor kış geliyordu. 1 hafta sonra okullar yarı yıl tatiline giriyordu. Deri ceketim yerine siyah montumu giydim ve sırt çantamı alıp dışarı çıktım. Merdivenlerden aşağı indim ve gözlerimle etrafı taramaya başladım. Meriç'in arabası ortalıkta yoktu. Sırt çantamdan telefonumu çıkardım ve 'Öküzüm' ü tuşladım. Telefon çalıyordu fakat açmıyordu. Bir kez daha aradım. Fakat açmıyordu. Uyuduğunu tahmin ederek bir taksi çağırdım ve Meriç'in evine doğru yola çıktım. Bugün benimle uyanmasını sağlayabilirdim. Taksi durduğunda ücreti ödeyip taksiden indim. Meriç evinin bir anahtarını bana vermişti. Anahtar vermesinin nedenini anlamamıştım fakat bugün işe yaramıştı. Anahtarları çantamdan çıkardım ve kapıyı açtım. Hemen Meriç'in odasına çıktım ve kapıyı yavaşça açtım. Yatağında tişörtünü çıkarmış, yastığa kafasını gömmüş bir şekilde uyuyordu. Çok masumdu. Uyandırmak istemiyordum fakat okula geç kalacaktık. Yavaş ve sessiz adımlarla yanına gittim. Çantamı bir kenara koydum ve ellerimi saçlarına daldırdım. Saçları yumuşacıktı. Kulağına hafifçe "Meriç uyan hadi!" diye fısıldadım. Fakat uyanmıyordu. Yanağına minik bir öpücük kondurdum. Meriç daha fazlasını istermiş gibi mırıldandı. Bir kez daha öptüm. O sırada kendimi Meriç'in tepesinde buldum. Ne olduğuna şaşırmıştım. Meriç sonunda uyanmıştı. "Günaydın" dedim sevimli bir sesle. "Günaydın aşkım. Sen nasıl geldin?" diye sordu burnumu sıkarken. "Geç kaldın. Bende seni merak ettim ve geldim. Bana anahtar vermiştin. Fakat hala neden verdiğini anlamadım. Ama bugün işe yaradı." diyerek cevap verdim. Sonra saate baktım. Geç kalıyorduk. Kafamla dolabını işaret ettim ve sırt çantamı alıp çıktım. Merdivenlerden aşağı indim ve beklemeye başladım. Meriç bir şeyler atıştırdı ve birlikte çıktık. Okula geldiğimizde hiçbir şey çaktırmamamız gerekiyordu. Meriç sınıfa doğru ilerliyordu. Cafeyi Doruk ayarlayacaktı. Bende Meriç'in peşinden gidiyordum. Sınıfa girdik ve yerimize geçtik. Sıradan bir okul günü gibi geçmişti. Okul çıkışında Meriç'in bir şey anlamaması için beni eve bırakmasına izin vermiştim. Eve gelince arabadan indim ve kapıda bekleyen Aslı ile Güneş'i gördüm. Ne zaman gelmişlerdi ki? Hemen kapıyı açtım ve odama gittik. Önce kızların saç ve makyajını yapmıştık. Sona ben kalmıştım. Dolaptan elbisemi ve ayakkabılarımı çıkardım. Banyoda okul formalarımdan kurtuldum ve yeni aldığım elbiseyle ayakkabıyı giydim. Elbisenin belden üstü beyaz parlak taşlarla kaplıydı. Siyah tülden dizime kadar da eteği vardı. Ayakkabılarım ise siyah süet ve platform topuktu. Bu ayakkabılarla bütün geceyi nasıl geçirecektim bilmiyordum. Aslı saçlarımı yaparken Güneş makyajımı tamamlıyordu. Kızlara kuaförede giderdim neden zahmet ediyorsunuz diye mırıldandım. İkisi bir ağızdan "Böyle bir gecede seni kuaför gazabına uğratamayız." dediler. Aslı ve Güneş'i seviyordum. Ne olursa olsun hep yanımdaydılar. Hepimiz tamamen hazırlanınca montlarımızı giydik çantalarımızı aldıktan sonra çıktık. Doruk ne ara gelmişti bilmiyorum fakat arabasına yaslanmış bizi bekliyordu. Hemen arabaya bindik ve cafenin olduğu sahile gittik. Kış geldiği için sahilde kimse yoktu. Denizde oldukça dalgalıydı. Cafeden birçok ışıklar saçılıyordu. Cafeye giden yol tahtadan yapılmıştı. Bu ayakkabılarla kuma gömülmek istemezdim. Hep birlikte cafeye girdik. Herkes buradaydı. Cafe rengarenk ve ışıl ışıldı. Doruk'a "Çok teşekkür ederim. Burası çok güzel olmuş." dedim. "Sen olmasaydın bu güzelliği kimse yapmazdı." diyerek karşılık verdi. Herkes yerlerine geçtiğinde Doruk Meriç'i aramış ve benim kötü durumda olduğumu acil gelmesi gerektiğini söylemişti. Cafe sıcak olduğu için çıkardığım montumu geri aldım. Montumu giyip cafenin önündeki tahta zemine çıktım. Ben çıkınca cafenin ışıkları sönmüş etraftaki evlerde yanan lambalardan başka ışık kaynağı kalmamıştı. Denizin dalgaları dışında hiçbir ses yoktu. Ta ki ayak seslerini duyana kadar. İçimden gelenin Meriç olması için dua ediyordum. Çünkü donmuştum. Ayak seslerinin geldiği yönde -tahta zeminde- yürümeye başladım. Gelen Meriç'ti. Bana doğru koşarak geliyordu. Gözlerinde endişe ve korku vardı. Benim için mi korkmuştu? Yanıma geldi ve yüzümü avuçlarının içine aldı. Sonrada sımsıkı sarıldı. Başımı boynuna gömdüm. Burada güvendeydim. Daha sonra Meriç neyimin olduğunu sordu. Kulağına doğru "İyi ki doğdun aşkım. İyi ki hayatımdasın.." diye fısıldadım. Bedenini bedenimden ayırdı ve "Bunun hesabını vereceksin küçük hanım." dedi. Saf ayağına yatarak "İyi ki doğdun dememin hesabını mı?" diye sordum. Anında cevap geldi. "Yoo küçük hanım. Beni bu kadar koşturup, canımı çıkarıp, endişelendirip sonrada korkutmanın hesabı.." diye mırıldandı. Ona gülümsemekle yetindim ve onu cafeye doğru sürükledim. Herkes biryerlerden çıkıyordu. İlk kez Meriç'i bu kadar mutlu ve gülerken görüyordum. Keşke hep gülse diye içimden geçirdim. Gülse de hep onu izlesem... Herkes dans ediyordu. Müzik yavaştı. Dans ederken Meriç kulağıma doğru eğildi ve "Sen nasıl bir şeysin? Bu kadar mükemmel, bu kadar güzel, bu kadar harika... Ben çok şanslıyım biliyorsun dimi bunu? Senin gibi bir sevgilim var. Hayatıma girdiğin günden beri gülmeyi öğrendim ben.." dedi. Utanmıştım. Hayatımda ilk kez biri bana bunları söylüyordu. 1 saat sonra sıra pastaya ve hediyelere gelmişti. Pasta oldukça büyüktü. Meriç eline bıçağı aldı ve kesmeye başladı. Yanında durmuş öylece onu izliyordum. Çok mutluydu. Çok huzurlu görünüyordu. İlk kez böyle gülerken görüyordum onu. Telefonumu çıkardım ve çaktırmadan fotoğraflarını çektim. Hepsinde bi ayrı güzeldi. Hep böyle gülse ne vardı ki. Meleklere benziyordu. Pasta kesilmiş sıra hediyelere gelmişti. Ben hediyemi gecenin sonunda verecektim. Deniz kıyısında verecektim. Herkes hediyelerini vermiş eğleniyorlardı. Meriç'in elinden tuttum ikimizinde montunu alıp dışarı çıktık. Dışarısı çok soğuktu. Elbisem straplez olduğu için donabilirdim. Montumu hemen giydim. Meriç'te giydi ve yürümeye başladık. Deniz kıyısına çok yaklaşamazdım. Kuma batabilirdim. Fakat ben hediyemi deniz kıyısında vermek istiyordum. Ayakkabılarımı çıkardım ve elime aldım. Meriç bana şaşkınca bakıyordu. Ona tebessüm ederek elini daha sık tutarak koşmaya başladım. Meriç tıkanabileceğimi tahmin etmiş olmalı ki koşmayı bıraktı ve beni kendine çekti. Nefeslerimiz birbirimize değiyordu. Etrafıma baktığımda denizin kıyısına gelmiştik bile. Hediyemi verme zamanı geldiğini anladığımda kibar bir şekilde paketi uzattım ve tebessüm ederek "İyi ki doğdun aşkım. İyi ki hayatıma girdin.." dedim. Bana teşekkür edermiş gibi baktı ve paketi açtı. Ona saat almıştım. Bu saati kamp alışverişine gittiğimizde bir mağazada görmüştüm ve Meriç'e göstermiştim. Meriç babasının buna çok benzeyen bir saati olduğunu söylemiş ve hafif gözleri dolmuştu. Babasını hatırladığını söylemişti. Bende duygulanmıştım. Meriç saati görünce gözleri dolmuştu. Biraz saate baktıktan sonra hiç beklemediğim bir anda bir koluyla belimi kavradı ve döndürmeye başladı. Bunu hiç beklemediğim için kollarımı boynuna sardım ve gözlerimi sıkıca kapattım. Sadece gülümsüyordum. Bu anın hiç bitmemesini istiyordum. Çok mutluydum. Meriç beni yere indirdiğinde koluyla hala beni tutuyordu. Düşebilirdim çünkü çok hızlı dönmüştük. Meriç "Sen o kadar güzel bir şeysin ki başımı döndürüyorsun. Seninleyken gülebiliyorum senin yanında üzülebiliyorum. Bunu nasıl yapıyorsun? Sen mükemmelsin." dedi. Yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Gözleri doldu ve arkasını döndü. Sanırım onu böyle görmemi istemiyordu. Önüne geçtim ve bana bakmasını sağladım. Evet gözleri hafif dolmuştu. Bir elimi yanağına koydum diğer elimle elini tuttum. "N'oldu aşkım?" diyebildim sadece. "Babamı hatırladım. Kim bilir şimdi nerdedir? Belkide yaşamıyordur bile." diyerek cevap verdi. O saati almakla kötü mü ettim diye düşündüm bir an. "Meriç ben özür dilerim. Sana hediye olarak o saati almamalıydım. Seni gülerken görünce-" bir anda nefesim kesilmişti. Meriç dudaklarını dudaklarıma bastırmış ve konuşmama izin vermemişti. İzlenme hissine kapılarak ve utanarak geri çekildim. "Aşkım bu aldığım en güzel hediye. Özür dileme." diye açıkladı. Meriç elini belime koymuş yürüyorduk. Cafeye kadar yürüdük. Meriç rahattı tabi. Ayakkabılarını çıkarmamıştı. Ben çıkarmıştım. Neyse ki dalgaların vurduğu yerlere yaklaşmamıştık. Cafe girişinde -tahta zeminde- ayakkabılarımı giydim ve cafeye girdik. Herkes çok eğleniyordu. Saat 00.35 gibi cafede kimse kalmamıştı. Ben, Meriç, Doruk ve Aslı kalmıştık. Güneş Poyraz'la birlikte gitmişti. Bizde cafeden çıktık arabalara bindiğimizde evlerimizin yolunu tutmaya başladık. Ben ve Meriç yolda çok eğlenmiştik. Evin önüne geldiğimizde arabadan indim. Ardından Meriç'te indi. Benimle kapıya kadar gelmişti. Kapıda "Gece için çok teşekkür ederim aşkım. Çocukluğumdan bu yana geçirdiğim en güzel akşamdı." dedi. Tam gidecekken "Topuklular gözümden kaçmadı. Ayrıca partinin en güzeliydin.." diyerek devam etti. Sadece gülümseyebilmiştim. Gecenin son öpücüğünü almış ve gitmişti. Uyumak için pijamalarımı giymiş tam yatacakken telefonumun zil sesiyle irkildim. Telefonu elime aldım ve arayanın "KORAYY :))" olduğunu gördüm. Koray benim kuzenimdi. Aynı yaştaydık fakat beni hep korumuştu. Kuzenden öte kardeş gibiydik onunla. Abimden daha çok severdim. İzmir'deyken her pazar buluşur sinemaya gider gezerdik. İstanbul'a gelince görüşemez olmuştuk. Hemen telefonu açtım. 3 gün sonra yanıma geleceğini ve yarıyıl tatilini benimle geçireceğini söylemişti. Koray tam kafa dengiydi. Biraz konuştuktan sonra telefonu kapattım ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.

3 Gün sonra...

Geçen 3 gün içinde değişen bir şey olmamıştı. Sıradan hayatımdı. Bugün karneleri alacaktık. Okuldan sonra Koray gelecekti. Evimin adresini bir şekilde bulmuştu. Hemen okul formalarımı giydim. Kolejde okuduğumuz için karne günü bile formayla gidiyorduk. Kahvaltımı yaptıktan sonra dışarı çıktım. Meriç her zaman ki gibi bekliyordu. Arabaya bindik. Meriç motoru çalıştırdı. Okula geldiğimizde ilk ders karnelerin dağıtılacağını öğrendik. Sınıflara çıktık. O sırada telefonum titredi. Koray mesaj atmıştı. "Kuzen uçak saatim değişti. 16.00 yerine 18.00'da bineceğim. Bilgin olsun diye mesaj attım. ;))" yazmıştı. Telefonumu tekrar çantama koyduktan sonra yerime oturdum. Karneler dağıtılıyordu. İsmim okununca karnemi aldım. Her zaman ki gibi 'İnek Merve' iş başındaydı. Karnemde takdir vardı. Meriç'te takdir almıştı. İyi de Meriç'in notları çok iyi değildi. Meriç'e nasıl takdir aldığını sorunca "Okul annemin. Yani annem yaptırdı. O yüzden burda okuyorum" diyerek yanıt verdi. Ne yani okulu annesi mi yaptırmıştı?

Okul çıkışında karaoke, bowling falan oynamıştık. Saat 17.00'da eve gitmiştim. 2 saat sonra Koray gelmişti. Ona odasını göstermiş yerleştikten sonra biraz sohbet etmiştik. Ben yemek hazırlarken Koray üzerini değiştiriyordu. O sırada kapı çalmıştı. Koray "Ben açarım kuzen." diye seslenince kapıyı Koray'ın açmasına izin vermiştim. Koray kapıyı açtığı gibi yere yığıldı. Burnuna yumruk yemişti. Peki gelen kimdi? Telaşla Korayın yanına koşarken bir çift kahverengi gözle karşılaştım. Hayır diye geçirdim içimden. Hayır bu olamazdı değil mi? Her şey çok güzel giderken hayatım mahvolamazdı değil mi?...

Arkadaşlar bu bölüm pek içime sinmedi. Bu yüzden okurlarımdan özür dilerim. Ayrıca yazım yanlışları varsa da özür dilerim. Sizleri seviyorum. Vote ve yorumlarınızı eksik etmeyiniz. Unutmayın yaptığınız yorumlardan kitabımın beğenilip beğenilmediğini anlıyorum. ;)))

"BAŞIMIN TATLI BELASI"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin