Umut, inanç ve istek.
Bu üç madde insanın hayatında olduğu sürece kapılar asla kapanmazdı. Hayallere giden yolda bu üçlemeye sahip olan bir insan, amacına er ya da geç ulaşırdı. Kapalı olan kapılar böyle açılırdı, açılmazsa başka bir yol bulurdu ve bir şekilde açtırırdı. Öyle ya, bazen bu üçlemenin etkileşimi güzellikleri bile ayağına getirirdi insanın.
Bir zaman geçer, ufak bir rüzgar eser... Bir bakış ve o fırsat avuçlarının içinde.
Unutmamak gereken bir şey vardı ama, insan çaba göstermeyip o üç maddeyi de yanına almadığı sürece, bu fırsatlar ancak kaçırılmaya mahkümdü.
Derin bir nefes aldım inişe geçen uçağın camından bakarken. Yapılan anonslar içimdeki o heyecanı tetiklerken Gökçe'nin de benden farklı bir yanı yoktu. "Amasya," diye mırıldandı heyecanlı ama kısık bir sesle. "Sonraki durağımızın burası olacağını hiç düşünmezdim."
Gökçe'ye gülerek bakarken gözlerimi camdan, o güzel manzaradan aldım. Başımı sallayarak sözlerini onaylarken "Hep sürpriz oluyor zaten." dediğimde o da güldü ve elindeki kağıda bir bakış attı. "Bak bu abime çok laf ediyorum ama tuttuğu otele baktım, güzel. Hem merkezde, hem de gideceğimiz yerlere fazla uzak değil. Zaten abimden taksi parası da aldım ben, ne olur ne olmaz diye." diyerek gezi planımıza baktığında benim de gözlerim oraya takıldı. Üç gece kalacaktık burada. Bir gece Borabay Gölü bungalov evlerinde, kalan iki geceyi ise şehir merkezinde bir otelde geçirecektik. Bu plana göre, dört günü de dolu dolu yaşamayı umut ediyorduk.
O sırada uçağın yere temasını hissettiğimizde Gökçe kağıdı katladı ve cebine koydu. Uçağın tamamen durmasını sessizce beklerken insanlarda çanta ayarlama telaşı başlamıştı bile. Yerinden kalkmak isteyenler, ağlayan bebekler ve heyecanla camdan bakıp kavuşmayı bekleyen insanlar...
Ah, sevdiğimi şimdiden özlemiştim.
Yarım saat içerisinde uçaktan, ardından da havaalanından çıktığımızda bizi sıcak ve güneşli bir hava karşıladı. Gökçe ortak vazilimizi çekerken gözlerini kısarak "Bak, şuradaki taksi boş." dediğinde gösterdiği yöne baktım ve birlikte oraya ilerledik.
Taksiye bindiğimizde şoföre "Şehir merkezine gidebilir miyiz?" diyen ben oldum. Gökçe çalan telefonunu yanıtlarken ben de ilk önce anneme, ardından da Cihangir'e indiğimize dair mesaj attım ve çok geçmeden de beklediğim gibi telefonum çaldı. Cihangir arıyordu, öyle ya biliyordum aklının bende olduğunu. Gezi planımızı duyunca bizim sevinmiş, bir o kadar da gelmek istemişti ama ödevleri o kadar yoğundu ki gelmesi mümkün değildi. Aynı zamanda bizi yalnız bırakmak istediğinin de farkındaydım. Gökçe'yle yalnız vakit geçirmemi istediğini biliyordum, aslında güzel düşünüyordu ama bilmiyordu ki biz her ne kadar bu hayalleri ikimiz kursak da onlarla dolu dolu olacağının mutluluğunu şimdiden yaşıyorduk.
Telefonu "Efendim?" diyerek açtığımda Cihangir'in pürüzsüz, içimi titreten o sesini duydum. "Ne yapıyorsun güzelim?" diye sorduğunda sesi yorgunluğa ev sahipliği yapıyordu, benden gizlemeye çalışıyordu bunu ama mümkün de değildi. Anlıyordum, her zaman anlardım.
Küçük bir iç çekişle "Uçaktan indik, taksiyle merkeze gidiyoruz. Kahvaltı yapacağız." dediğimde sesim istemsizce kısılmıştı. Dudaklarımda oluşan buruk gülümsemeye engel olamazken "Çok yorgunsun, biliyorum. Ben yokken biraz dinlen, gelince yine yardım ederim sana, olur mu?" diyerek devam ettiğimde Cihangir'in gülüşünü duydum. "Yorulmuyorum ben," dedi keyifli bir sesle. "Sen eğlenmene bak, kendine dikkat et sadece." diyerek devam ettiğinde karşı çıkışı çok da inandırıcı değildi.
Gözlerim Amasya'nın akıp giden yollarında dolanırken Cihangir'e "Göle gidince fotoğraf atarım sana." dediğimde istemsizce gülümsedim. Gezilecek yerlere bakarken o da vardı yanımızda. Gölü İnternetteki fotoğraflardan bile çok beğenmişti, görmek istemişti ama heyecanımız orada, onunla kalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONSUZ ADIMLAR
RomantikDümdüz, simsiyah bir yol. Sonu görünmüyor, hatta bir adım sonrası dahi yok. Zifiri karanlık, her şey belirsiz... Ne yapmalıydı bu durumda? Bu yola birinin ışık tutmasını mı bekleyecekti? Asla. Başkasının ışığına muhtaç olmaktansa, kendi ışığını oluş...