Hayatıma eşlik eden melodi her zaman değişiyordu, kimi zaman ağlatıyor kimi zaman enerji veriyordu. Dakikalara hapsolmuş ritimler, tekrarları baştan yazıyordu. Biri geliyor, biri geçiyor ama sürekli devam ediyordu.
O ritim bendim. O ritim hayatımdı. Melodi hüzünlü de olsa benimdi, şayet adımlarım bir gitarın telleri üzerinde dans ediyordu.
Hayallerim hedefim, hedefim yaşama sebebim olmuştu. Bana eşlik eden ışık, müzik ve kalbimle.
Sevdanın armağan edildiği, sabrımla.
Gökçe'nin dizlerini başımı bırakmış sırtüstü yatarken ellerim de karnımda yan yana yatan kedilerimdeydi. Gözlerim Hevesle izlediği diziyi anlatan Gökçe'de gezinirken bu heyecanına istemsizce kıkırdadım. "Gülme," dedi Gökçe kendisi gülerken. "Burada bir şey anlatıyoruz."
Başımı sahte ciddiyetimle salladım orada. Kaşlarımı kaldırıp, "Bizim film ne diyor Gökçe Hanım?" diye sorduğumda sırıttı. "Yeğen diyor, yeğen. Bir an önce git çocuk yap, geliyor yıllardır beklediğim o zaman." dediğinde gülüşüm durdu ve gözlerimi devirdim.
Hayal güzeldi, Gökçe ise utandırmak isteyen küçük bir detay.
Arkadaşım verdiğim tepkiye ufak bir kahkaha atarak "Oho, olmaz ama böyle. Ben diyorum icraat Esila diyor domates." diyerek alayına devam ettiğinde kaşlarım çatıldı. "Ben gidiyorum bu evden, sen farkında mısın?" diye sorduğumda ufak bir iç çekti. "Gidiyorsun. Üzüldüğüm tek şey bu zamanın çabuk geçmesi. Ama hayat devam ediyor, sen başka bir mutluluğa adım atıyorsun ve en önemlisi," derken ellerini iki yana açtı. "Hayaller felsefesi hala bizde."
Gülümsedim. "Umut hala var."
Her şeye ve herkese rağmen.
Yıllar geçmişti, biz aynıydık. Farklılık bazen güzel, bazen değildi; bazen bağlar, bazen ayırırdı. Bir de istisnai durumlar vardı tabii, kişi ve durumlara özel.
Bilemiyorduk tabi.
"İyi kötü dört yıl bitti." dedi Gökçe. "Yeni macera için tam zamanı." diyerek eklediğinde gülümsedim.
Yıllar çabuk geçiyordu, göz açıp kapayıncaya kadar sürmüştü üniversite. Ama iyi değerlendirmiştik. Defalarca kez kırılmıştım Gökçe'ye, defalarca kez haberi olmamıştı. Kim bilir, belki ben de onu kırmıştım ve fark edememiştim. Her ne olursa olsun gülmüştük, üzmüştük ama yan yana bitirmiştik bu serüveni.
Zaman geçiyordu. Sürekli.
Derin bir nefesi bırakıp yerimden kalktığımda kedilerim yere atlayıp yatmaya devam ederken Gökçe de yatma pozisyonunu almıştı. Ona yandan bir bakış atıp "Ben maça gidiyorum." dediğimde sırıttı. Elini kaldırıp "İyi şanslar." dediğinde güldüm ve başımı sallayarak odama ilerledim. Geç kalmamaya dikkat ederek bir şort ve askılı giydikten sonra üzerime akşam serinliğini hesap ederek bir hırka aldım ve saçlarımdaki tokayı çıkardım. Oyalanmadım da, elimdeki telefon titrediğinde bakmama gerek kalmadan dış kapıya ulaşmıştım zaten.
Cihangir kapıyı açtığımda güzel gözleriyle karşıladı beni. Hafif bir gülümsemeyle "Hazır mısın?" diye sorduğunda "Evet," dedim ve spor ayakkabılarımı giydikten sonra Gökçe'ye "Ben çıkıyorum." diye seslendim. Çantamı sırtıma takip beni bekleyen Cihangir'in yanına ilerlediğimde gözlerim yüzünde dolandı.
Sakalları biraz uzamıştı, saçları da öyle. Kumrallığı öyle göz alıcıydı ki her haliyle kusursuz görünüyordu. Derin bir nefes aldım, o da fark etti bunu ve dudaklarında serseri bir gülümseme oluştu. İkimiz de ilerlerken elini belimde hissettim ve daha yakından baktım ona. "Seni kapıda değil de odamızda bekleyeceğim günlere çok az kaldı diyebilir miyiz?" diye mırıldandığında kıkırdadım. "Yok," dedim usulca. "Daha bayağı var. Aylar sonrası çok da az sayılmaz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONSUZ ADIMLAR
RomanceDümdüz, simsiyah bir yol. Sonu görünmüyor, hatta bir adım sonrası dahi yok. Zifiri karanlık, her şey belirsiz... Ne yapmalıydı bu durumda? Bu yola birinin ışık tutmasını mı bekleyecekti? Asla. Başkasının ışığına muhtaç olmaktansa, kendi ışığını oluş...