Aynı yolda yürümek sevgi, saygı ve sabır olduğu sürece mümkündü. Aynı hayali kurmak, aynı ışığa tutunmak insan için bir şans, bir nimetti. Kolay değildi elbet. Bazen tökezlerdik, bazen yorulurduk ama kalkmasını da bilirdik. Kimi zaman kendimiz yapardık bunu, kimi zaman aynı yolda yürüdüğümüz insanlarla. İşte o zaman, hayatındaki insanların gerçekliği ortaya çıkardı.
Kişiyi asıl olarak yolculukta tanırsın, derdi anneanem... Bahsettiği yolculuk, sadece o değildi oysa.
Dün itiraf etmiştik sevgimizi. Dün konuşmuştuk kalbimizden gelenlerle. Birbirimizi sevip sarılamıştık. Öyle ya, o sözler üzerine Gökçe gelene kadar sessiz kalmıştık; sanki, o sözler üzerine tek kelime daha etmeye hakkımız yokmuş gibi. Sonrasında arkadaşım gelmişti, Cihangir ise saçlarıma bir öpücük daha bırakıp evine geçmişti. Günü aşkın sersemliğiyle bitirirken, çoktan ertesi akşam olmuştu bile.
Abisinin yanından ayrılıp gelen Gizem koltuğa yerleşirken, "Aç mısın?" diye sorduğumda bana baktı ve başını iki yana salladı. Gülümseyerek, "Abimlerle yedik." dediğinde başımı sallayarak onayladım ve bunun üzerine bir şey söylemedim. Gökçe'yle biz de bir şeyler yemiştik ve ikimiz de aç değildik. Saate gözlerim kaydığı sırada Gizem'in, "Abim işleri yoksa sahilde gidelim diyordu." dediğinde duraksadım. Gün içinde Cihangir'le birkaç kere kısa mesajlaşmalar yapmıştık, fazla uzatmamaya çalışıyordum çünkü kardeşi bir kere gelmişken rahat olmasını istiyordum. Vaktini bana değil, kardeşlerine ayırmalıydı. Yine de bu kısa mesajlaşmalarda da hiç sahile gitmekten bahsetmediği için şaşırmıştım. Merakla, "Hangi abin?" diye sorduğumda, Gizem sırıttı.
Yerinde biraz kıpırdanıp, "Egemen abim diyordu." dediğinde kaşlarım havalandı. Biz bir şey demeden Gizem, "Abimler yukarıda şimdi. İşiniz yoksa Çağatay abi de gelince gidelim diye düşündük." diyerek devam ettiğinde hafifçe gülümsedim. Gökçe için de sorun olmayacağını düşünerek, "Olur, gidelim." dediğimde Gökçe de başını sallayarak onayladı. Sahile gitmeyi seviyordum. Soğuk havaya rağmen dışarıda durmak isterdim ama insanlara bunu yapmaya hakkım yoktu. Zaten... Belki de o ağaç, bize özel kalmalıydı. Orada konuşmuştuk ilk zamanlar. Ben, ilk defa duvarlarımı orada şeffaflaştırmıştım. Cihangir'i ilk defa orada kıskanmıştım ve şimdi anlıyordum ki, o da ilk defa beni orada kıskanmıştı.
Sadece bir ağaç, bize neler katmıştı öyle?
Öğreniyordum...
Sevgi varken, mekan kavramı yoktu.
Yerimden kalkarken, "Hazırlanayım o zaman ben." dediğimde Gökçe de ayaklandı. Derin bir nefes alırken heyecanla, "Hem, kar yağışına da denk geliriz belki. Hava durumu bu gece için karlı gösteriyordu." dediğimde Gizem kıkırdadı ve Gökçe de güldü. Yanımdan geçerek odasına giden arkadaşım, "Haftaya Bursa'da çok görürsün." diyerek dalga geçerken bu beni kızdırmamış aksine mutlu etmişti. Sahiden kış zamanı Bursa'ya gideceğim için çok mutluydum.
Gizem salonda kalıp kedilerimi severken Gökçe'yle biz de odalarımıza gittik. Üzerimi değiştirip yüzümü de hafifçe renklendirdiğimde hazır sayılırdım. Kalan tek ayrıntı olarak bağlı olan saçlarımı açarken belirgin buklelere bakıp gülümsedim. Saçlarımı seviyordum ama Cihangir'in sevdiğini gördükten sonra daha fazla hoşuma gitmeye başlamıştı. Özenle düzelttikten sonra, haki renk beremi de başıma geçirdim.
Çok kısa bir sürede hazır olup Gizem'in yanına gitmek için kapıyı açtığımda Gökçe de odasından çıktı ve bana ters bir bakış attı. Önümden geçerken huysuzca, "Hep o bereyi tak tamam mı? Çıkar gözlerini iyice yeşil yeşil, hah!" dediğinde istemsizce kıkırdadım ve bu, Gökçe'nin yüzünü buruşturmasını sağladı. Alay ettiğini biliyordum, yıllardır vazgeçilmez bir konu olmuştu bu. Oysa Gökçe'nin o kahve gözlerini de ben çok seviyordum, bunu söylediğimde ise aldığım tek cevap manalı bakışlar oluyordu. İnanmıyordu bana.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONSUZ ADIMLAR
Roman d'amourDümdüz, simsiyah bir yol. Sonu görünmüyor, hatta bir adım sonrası dahi yok. Zifiri karanlık, her şey belirsiz... Ne yapmalıydı bu durumda? Bu yola birinin ışık tutmasını mı bekleyecekti? Asla. Başkasının ışığına muhtaç olmaktansa, kendi ışığını oluş...