40. BÖLÜM: FİLM ŞERİDİ

70 10 4
                                    

Zaman... Engel koyamadığımız, sürekli devam eden bir kavram. Belki daha fazlası, belki bir döngü, belki de biziz. Nefesimiz, varoluşumuz...

Kaç yıl olmuştu geleli, Balıkesir'e? Zamanını tam olarak kestirmek zordu ama çok olmuştu, biliyorum. Çok nefes almıştık burada, çok gülüp çok ağlamıştık. Korkmuştuk, heyecanlanmıştık, sevmiştik.

Biz, öğrenmiştik. Hasreti de, yaşamayı da.

Unutmak mümkün değildi zaten, Gökçe'yle aynı şehri kazandığımızda verdiğimiz o tepkileri. Heyecanımız ve mutluluğumuzun tarifi yoktu. Kayıt olmaya iki aile hep beraber gelişimiz, Balıkesir'i bir güzel gezip ev arayışımız...

Nereden bilebilirdim ki bu evin bana hayatımın en özel anlarını getireceğini?

Nereden bilebilirdim, kalbimin burada beni beklediğini...

Evi seçtikten sonra eşya arayışımız başlamıştı doğal olarak. Abim kocaman ailemizi yeni sayılan evinde misafir etmişti. Balıkesir çok güzeldi, Balıkesir; anılarımızla çok güzel kalacaktı.

Sonra yaşamıştık işte o minik evde. Kilometrelerce uzakta kurmuştuk aile kokan yuvayı. İki arkadaş, iki şehri bir odaya sığdırmıştık. Kocaman ailemizden her bir parçayı, raflara yerleştirmiştik. Biz bunu başarmıştık. Yer yer dikenler batmıştı elimize ama pes etmek için zamanımız yoktu.

Pes etmek için, hayalimiz çoktu.

Para biriktirmeyi öğrenmiştik, para biriktirmek için bir şeyler yapmayı öğrenmiştik. Yaşam pahalıydı ama az da olsa kenara bir miktar koymak, zamanla damlalar halinde büyüyordu. Bir şehir, bir kültür demekti. Bir şehir, bir hedef ve bir hayaldi. Bizim için bir şehir çok şeyi ifade ediyordu, küçük ama büyük bir adımdı. Farklıydı ama bizi güçlendirmişti, daha sağlam adımlar atmamızı sağlamıştı.

Bu süreçte paylaşırken çoğalmanın da önemi anlamıştık tabi. Hayvanlarla paylaşmıştık, kurumlarla paylaşmıştık. Birikim her zaman para değildi, zira bu yolda insanın en ihtiyaç duyduğu şey de manevi birikimdi.

Güzel insanlar çıktı karşımıza, kötü insanlar olsa da iyiler daima parlardı. İlk olarak Zeliha teyzemiz gelmişti hayatımıza. Eşi Nejat amca da onunla beraber çalmıştı kapımızı. Sonra mahallemizden Sibel abla... Misi gelmişti, Lady gelmişti. Cihangir gelmişti, gönlümün en güzel yerine.

Çağatay, Mert, Egemen abi, İlayda, Gizem...

Gidenler de olmuştu. Ömer gibi. Canımızı çok yakmıştı ama gitmişti, nerede olduğunu dahi bilmediğimiz bir yere, bir daha görmemeyi umduğum zamanda, gitmişti.

Her giden sevindirmiyordu ama.

Biz öğrenmiştik ki, özlem de sevdaya dahildi. Kimisi çok ağır, kimisi tatlı bir özlemdi. İkisi de yakardı ama... Biri yok ederdi, bitirirdi.

Sevgi ve özlemin ince çizgisini ilk olarak aşkı bulduğumda anlamıştım. Bir gün görmesem bakışını, sesini özlediğimde bilmiştim ikisinin aynı ipte cambazlık ettiğini. Sonra ailemin yanına gitmiştim. Bir iki gün, olmuştu bir hafta on gün. O zaman sızlayan yanını görmüştüm, iplerin bir zaman sonra kestiğini fark etmiştim. Daha ağırını, Cihangir'in hastane odasında gözlerini açmasını beklerken yaşamıştım.

O zaman ipte değildi bu ikili, zira asılı kalacak kadar zordu acısı.

Kısa ama acıdan ziyade, uzun ama tatlı bir özlemi de, şu zamanlarda yaşıyordum. Hoş, artık tatlı bir acımaydı bu.

Altı ayın bitmesi yakındı. Sevdiğim, sevgilim askerdeydi. Bana o haberi verdikten sonra yazın bir süre ayrı kalmıştık, daha özlem gidermemize fırsat kalmadan çanta hazırlarken bulmuştuk kendimizi. O kadar hevesliydi ki o eşyaları çantasına koyarken, o kadar gururluydu ki... Bana bakarken gözlerinde gördüğüm buruk hisler canımı yakmıştı sadece.

SONSUZ ADIMLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin