8. BÖLÜM: SOKAK LAMBASI

282 50 80
                                    

Ne zaman ne olacağını bilmiyordu insan. Kimi zaman göreceklerinden kimi zaman da duyacaklarından korkardı. Yaşanacak olan şeyler de her zaman belirsizdi tabii, hayat ne getireceğini belli etmezdi. Bazen hiç beklemediğimiz bir şey veya o an, hiç beklemediğimiz bir yerden, hiç beklemediğimiz bir şekilde şekilde gelirdi. Şaşırırdık, ama fayda etmezdi.

Cihangir'in yüzünü aydınlatan sokak lambası yalnızca onu değil beni de aydınlatmıştı, yalnız arada fark vardı. Onu fiziksel olarak aydınlatıyordu belki ama o aydınlık benim yüzümü değil, içimi aydınlatmıştı. O acı duygusunu görmemi sağlamıştı ama devamı gelmemişti. Yalnızca bunu fark edip, fark etmemle kalmıştım çünkü üstü kapalı kalan, kabullenemediğim şeyler vardı. Onu ne bu sokak lambası, ne de başka bir ışık açabilirdi. Düğümü çözecek olan varlık veya olay, çok daha farklıydı. En azından ben öyle hissediyordum.

O geceden sonra uyumuştum. Ertesi sabah Cihangir'le karşılaşmıştık ve beni arabasına davet etmişti ama ben yürümek istediğimi söylediğimde o da ısrar etmemişti. Aramızda bariz bir mesafe vardı. İkimiz de bu mesafeyi geçmek için harhangi bir adım atmıyorduk. Sanki engellerimiz var gibiydi ve benim en büyük engelim de o görüntüydü. Tatlının sahibini merak etmiştim kafede, gördüğüm zaman o kadar da merak etmediğimi anlamıştım sanırım. Cihangir ona tatlı paketini verdiği zaman ben görmesem de olurmuş. Sevgilisi miydi bilmiyorum ama onun için değerli biri olduğu kesindi. Ah, çok rezil bir durumdu. İstemsizce yakın oldunuz günler önceden bana utanç ve heyecan verirken şimdi yalnızca pişmanlık veriyordu. İstemezdim böyle bir duruma düşmek. Hoş değildi, bana uymuyordu.

İşte, bu düşüncelerle geçmişti dünüm. Bugün ise çarşamba, yani Gökçe'nin geleceği gündü. Kapımda duran Çağatay "Esila, lütfen söyle. Kaçta gelecek otobüs? Sadece sürpriz yapıp onu otogardan alacağım, hem otobüsle gelmeye uğraşmamış olur." dediğinde kendime geldiğimi hissettim. Daha öncesinde ne dediğini bilmiyordum açıkçası ama çaktırmadım. Sakince saate baktığım sırada "Neden Gökçe'ye sormuyorsun?" dediğimde gözlerini devirdi. "Hanımefendi kendi başına gelebilirmiş. Ben de biliyorum kendi başına gelebileceğini ama kötü bir niyetim de yok ki." dediğinde hafifçe gülümsedim. "Onu kızdırdın mı sen?" diye sorduğumda gözlerini benden kaçırdı ve yere baktı. "Aslında ben bir şey yapmadım ama o sanırım kızdı. Bir de, galiba biraz utandı." dediğinde başımı yana eğdim. Sert kayaya çarpmıştı Çağatay. Utanan bir Gökçe'yle uğraşmak fazlasıyla zordu çünkü. Yine de bu kadar istediği için itiraz etmedim. Zaten şu birkaç günde Gökçe'nin hassas noktasını, yani yeğenini kullanarak ona mesaj attığını biliyordum ve bu şekilde aralarındaki sohbetin arttığını tahmin ediyordum. Hem, Gökçe de telefonda az çok bahsetmişti. Kabullenerek "İki saat sonra otogarda olur." dediğimde Çağatay'ın gözlerinin parladığını fark etmek gülümsememe sebep oldu. Seviyordu, sahiden seviyordu ve bu beni çok mutlu ediyordu. Gökçe mutsuz biten bir ilişkinin ardından beklemiş, hak ettiği sevgiyi kazanmıştı.

Çağatay, "Bir tanesin sen!" dediğinde gözlerimi devirdim. O sırada merdivenlerden sesler geldi ve bir süre sonra Cihangir bizim kata ulaştı. Çağatay'la beni görünce duraksadı ve hatta olduğu yerde durdu ama konuşmadı. Bize tuhaf bakışlar attığı sırada tepki vermedim, yaslandığım kapıda durmaya devam ettim. Çağatay ise bu sessizliği bölerek "Oo, beyimiz gelmiş." dediğinde tek gülen kendisi olmuştu. Bunu fark edince duraksadı ve gözlerini devirdi. Cihangir ise yüzünü buruşturup "İyi akşamlar." dedikten sonra yukarıya çıkmaya devam etti ve benim ona cevap vermemi beklemediği için sessiz kaldım. Bir süre sonra tamamen gözden kaybolduğunda Çağatay bana döndü. "Bunda da var iki gündür bir şeyler, bir tuhaf yani." diyerek söylendiğinde cevap vermedim. Tekrar gözlerini devirip "Ruhsuz musun Esila, insan bir tepki verir." dediğinde derin bir nefes aldım. "Ne diyebilirim ki?"

SONSUZ ADIMLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin