32. BÖLÜM: SINIRI OLMAYAN ZAMANLAR

153 21 34
                                    

Sonsuzluk... 

Sonsuzluk, insanın izin verdiği kadardı. 

İnsanoğlu detayları görmezden geliyordu şu ufacık yaşamında. Evren kadar büyük olmasını istiyordu güzelliklerin ve kendisini de o güzelliklere ulaşamayacak kadar sınırlı hissediyordu. Oysa hayatın olağan akışında fark edilmeyi bekleyen ne çok güzellik vardı. Sokak lambasının üzerine konan kuşu izlerken zamanın sonsuz olduğunu hissedebilirdi mesela. İzlemeye doyamayacağı görüntüleri fark etse sınırsızlığı bulabilirdi. Sınırsızlığın şifresini bulduğunda ise detayları görmemesi mümkün olmazdı. 

O sokak lambasındaki kuş... Onu izlerken ne kadar güzel olduğunu fark edecekti. Tüylerinin yumuşaklığını buradan bile hissedebilirdi istese. Sonra sevmek isterdi, dokunmak isterdi. İçindeki sonsuz sevgiyi görürdü. Sevgi ise çok şeyi getirirdi bize ve en önemlisi kalbimizi gözlerimize taşırdı. İşte o zaman daha farklı bakardık bu merhamete muhtaç dünyaya. Yeşil çimenler daha parlak gelirdi gözümüze, bulutlar daha hafif ve bulutlara ev sahipliği yapan o masmavi gökyüzü... Her şey daha da güzelleşirdi. Yanımızdakilere daha içten bir sevgiyle bakardık. Şayet ki yanımızda biri yoksa, hayvanlar vardı. İnsanlar görüyor muydu onları? Uçan kuşların umut veren kanat çırpmalarını veya boncuk gibi parlayan gözlerini? Köpeklerin kendisine bir parça ekmek veren insana nasıl güzel baktığını? Yanına gelen bir kedinin istediği tek şeyin sevgi olduğunu... Görüyor muydu?

Artık değil. 

Biz insanlar, artık hızlı yaşıyorduk. Ne uçan kuşu görmeye vaktimiz vardı, ne bizlere bir bakışta sadık kalan köpekleri görmeye, ne de bizim sevgimizi bekleyen kedilere. Sevgiyi bu kadar telaşın arasında unutup bırakmıştık. Güzellikleri göremez olmuştuk. Bulutları izleyip ne şekli olduğu tahmin etmemiştik, doğal güzellikleri geride bırakmıştık çünkü onlar bize yetişememişti. Oysa... Onlar değil, biz yetişmeliydik. 

Bencildik. 

Detaylarda saklanan güzellikleri görmediğimiz sürece, sevgimiz hep unutulmaya mahkum kalacaktı. 

Derin bir nefes aldım içimdeki o kırgınlığı hissederken. Bahçede oturuyordum, çimenlerin içinde. İnsanları izliyordum sadece. Koşuyorlardı, yetişmek istiyorlardı. Güzellikleri görmüyorlardı ve sürekli isyan ediyorlardı. Gözlerimi onlardan alırken önümde yatan köpeğe çevirdim gözlerimi. Ellerim yumuşak tüylerini bulduğu sırada, "Bunlar da benim yokluğumu fırsat biliyor." diyen Cihangir'in sesiyle başımı kaldırdım. Elleri cebinde bana gülerek bakıyordu. Benim yüzümde de bir gülümseme oluşurken "Yemeğini yedi, uyuyor." dediğimde kaşları havalandı. "Cesur Bey yemeğini yerken kediler rahatsız etmedi mi?" diye sorduğunda kıkırdadım. Fakültenin bahçesindeki bilinen köpeklerimiz vardı. Zavallı Cesur'a ismini kim koymuştu bilmiyorum ama ismine tezattı maalesef. Yemek yerken kediler gelip onu rahatsız ediyordu ve güzel köpeğimiz nereye kaçacağını şaşırıyordu.

Keyifli bir kıkırdamayla "Kediler yoktu bugün." derken yavaşça ayağa kalktım. Cihangir de elimi tutarak bana yardım ederken doğrulduğumda sıkıca sardı kollarını belime. Şaşırmıştım ama yüzümde büyüyen gülümsemeyle ben de kollarımı boyuna doladım. Derin bir nefes aldım orada. Cihangir de başını boynuma gömdü ve ufak bir öpücük bıraktığı sırada "Seni çok özledim." dediğinde, içimde büyüyen sevgisine bir kere daha hayran kaldım. Gülümsedim sevgi dolu hislerimle. Onu daha sıkı sararken "Ben de seni çok özledim." dediğimde ikimiz de güldük. Uzun zamandır birbirimizi görmüyor değildik, yalnızca bir gün geçmişti ama zamanın bazı duygular karşısında kendini yitirdiği yerdeydik. 

Cihangir benden biraz uzaklaşıp elimi tutarken "Gidelim mi?" diye sorduğunda başımı sallayarak onayladım. Yavaş adımlarla bahçeden çıkarken çocukların oynadığı sokağa döndük yine aynı yavaşlıkla. Cihangir derin bir nefes alarak "Arabayla gelseydik keşke." dediğinde gözlerim onu buldu. Düğünün üzerinden üç gün geçmişti, biz üç gündür okula yürüyerek gelip gidiyorduk ve Cihangir her sabah küçük bir çocuk gibi mızmızlanıyordu. Gülmeme engel olamazken sahte bir kızgınlıkla "Artık yürüyeceğiz. Hem, baksana havalar da çok güzel. Tadını çıkaralım." dediğimde Cihangir de bana baktı. Dudaklarını birbirine bastırarak gülüşünü engellemeye çalışırken "Sen nasıl istersen." dediğinde dalga geçtiğini biliyordum. Kıkırdadım onun bu güzel yüzüne ve neşesine. Ufak bir iç çekişle önüme dönerken "Nasıl geçti günün?" diye sorduğumda boğazını hafifçe temizledi Cihangir. "Sıkıcıydı." dedi düz bir sesle. Ardından, "Devamının seninle daha güzel olacağına eminim." diyerek devam ettiğinde yeniden gülümsedim. 

SONSUZ ADIMLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin