Hayatımızda ne gibi değişiklikler olacağını hiç bilmiyorduk. Bir anda gelen kişiler ve duyguların, beraberinde ne getireceği hiç belli olmuyordu. Cihangir gelirken aşkı getirmişti. Heyecanıma heyecan olmuş, sevgime kalp olmuştu. Hayatıma arkadaş olmuştu. Artık biz, aynı yoldan yürüyorduk. Ellerimiz birdi, kalplerimiz tekti.
Biz... Olmuştuk. Her geçen gün, daha güzel oluyorduk.
Gülümseyerek bıraktım saçlarımı. Minik bukleler omuzlarıma dökülürken çantamı da sırtıma geçirdim. Doğruca salona ilerlediğimde ilk olarak boş mama kaplarının yanında bekleyen yavrularıma uğradım. Yemeklerini verdim, ikisini de sevdim. Yumuşacık tüylerinde kaybolduğumda bundan ilk rahatsız olan Misi olmuştu. Yemek yerken sevilmekten hiç hoşlanmayan kedim çok bile dayanmıştı zaten. Ters bir hareketle itti elimi, bana huysuz tıslamalar bıraktıktan sonra da yemeğine devam etti. Eh, şansımı zorlamamın bir anlamı da yoktu.
Eğildiğim yerden doğrulup çantamı dış kapının kenarına bıraktıktan sonra mutfağa girdim. Gökçe masada oturmuştu. Tam da şu anda, hazırladığım tostu yemesi gerekirken hanımefendi uyuyordu. Resmen kollarını masaya, başını da ellerine yaslamış uyuyordu! Gerçi bu, çok da şaşırmamam gereken bir durumdu. Kaç yıllık arkadaşımdı Gökçe, onu belki de en iyi tanıyan kişiydim ben. Yine beklediği dizinin yeni sezonu gelmişti ve benim güzel arkadaşım, o sezonu bir gecede bitirmişti. Eh, o gecelerin sabahları de hep böyle oluyordu haliyle.
Derin bir nefes aldım, yanına ilerledim. Elime aldığım su bardağını başının üzerine hafif hafif döktüğümde ıslaklığı hisseden Gökçe nihayet gözlerini açtı. Hatta o kadar hızlı açtı ki, bir de yerinden fırladı. Şaşkınlıkla "Ne oluyor ya?" derken bana ve ardından da bardağa kayan gözlerini devirdiği sırada, "Çok komikti, bir daha yapma lütfen." diye homurdandığında kıkırdadım. Hem uyumak istemeyen oydu, hem de uykusuzluğunun huzursuzluğunu yaşayan yine kendisiydi. Gülerek, "Çağatay'a söyleyeyim de bugün sana pek yaklaşmasın." dediğimde tostundan ısıran Gökçe, tek gözünü zorlukla açtı. "Bak, bu da çok komikti."
Daha büyük bir neşeyle gülerken, sandalyemi çekip yanına oturdum. "Ders çıkışı Cihangir'le biraz gezeceğiz. Sen de eve gel uyu, akşama bir şeyler yapalım." dediğimde başını onaylayarak salladı. Kaşları havalanırken "Ne yaparız mesela?" dediğinde, dudaklarımı büzdüm. Hafifçe omuz silkerek "Gece yürüyüşüne çıkarız, dünya mutfağından yemek sipariş edip tadına bakarız, dizi izleriz... Yeni planlar yaparız. Hiçbir şey yapmazsak sohbet ederiz." dediğimde Gökçe de güldü. Derin bir nefes alırken "Çok güzel olur." dediği sırada ise kapı çaldı.
Beklediğim, geldi.
Gökçe iyice keyiflenerek "Geldi seninki." dediğinde bağırdığı için, gözlerim büyüdü. Cihangir'in bunu duyduğuna da, Gökçe'nin duyurmak için bilerek yaptığına da o kadar emindim ki... Ona ters bir bakış atarak, yerimden kalktım. Huysuzca, "Suyun intikamı böyle alınmaz ama! Haksızlık yapıyorsun. Hani kısasa kısas?" dediğimde, tostundan büyük bir ısırık daha aldı Gökçe. Ona son bir bakış atıp kapıya ilerlerken çantamı da yerden alıp, tekrardan sırtıma geçirdim ve kapıyı açtım. Keyifli, sırıtan Cihangir'i gördüm.
Ne diyebilirdim ki... İnsan gününün, güneş doğduktan saatler sonra aydınlandığını hissedebilir miydi? Tüm neşesine ve hayatın akışına rağmen... Hissediyordu işte.
Yüzümde büyüyen gülümsemeyle "Günaydın." dediğimde, Cihangir başını hafifçe salladı. Neşeli ama keskin sesiyle, "Günaydın," derken derin bir nefes aldı. Gülmemek için kendini zor tuttuğunu anladığım bir anda "Gökçe'ye de günaydın." dediğinde duraksadım. Benim konuşmama gerek kalmadı bu süreçte. Bizi rahatlıkla duyan Gökçe, mutfaktan "Günaydın enişte!" diye seslendiğinde, burada ne kadar daha kalırsam ikilinin de beni o kadar utandıracağını bildiğim için ayakkabılarımı hızla giydim. Cihangir'in cevap vermesine de izin vermeden aceleci bir tavırla, "Biz çıktık!" diyerek seslendiğimde tam kapıyı kapatıyordum ki buraya gelen Lady'yi görünce duraksadım. Huzurlu bir gülümsemeyle, "Hoşça kal minik kızım, gelince bol bol seveceğim seni." dediğimde gözlerim Misi'ye kaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONSUZ ADIMLAR
RomanceDümdüz, simsiyah bir yol. Sonu görünmüyor, hatta bir adım sonrası dahi yok. Zifiri karanlık, her şey belirsiz... Ne yapmalıydı bu durumda? Bu yola birinin ışık tutmasını mı bekleyecekti? Asla. Başkasının ışığına muhtaç olmaktansa, kendi ışığını oluş...