Zaman... Anlamını yitiriyordu çoğu durumda. Balıkesir'e geleceğimde hızla geçen zaman, döneceğimde yavaş ilerlerken eşit olduğuna inanmam mümkün müydü ki? Zaman ilerledikçe artan özlemim, burada kaldıkça kalbime dolan mutlulukla savaşırken arada kalan her şekilde bendim.
Zaman... Ne büyük kavramdı. İçinde her duygu olduğu halde, anlamını reddeden o kelime...
Az kalmıştı dönmeme. İlk hafta köye gidip, anneannemde kalmıştık. Sonraki hafta eve dönmüştük ve bu süre zarfında Arda her an yanımdaydı. Gündüzleri peşimden ayrılmıyor, geceleri koynuma kıvrılıveriyordu. "Sen gidersen ben üzülürüm." adlı konuşmaları kalbime dokunuyordu ve bazı günler saatlerim onu ikna etmekle geçiyordu. Her anımız birlikteydi miniğimle. Birlikte kedilerimizi seviyor, oyunlar oynuyorduk. Tabii bir de, ben onu bol bol öpüyordum. Tombul, yumuşacık yanakları tam yemelikti ve kendime engel olamadığım gibi o da itiraz etmiyordu.
Abim ise bir haftalığına gelip, kalmıştı. Günlerinin yarısı köyde geçerken yarısı da evimizde geçmişti. Arda, dayısı gelince beni biraz satmıştı ama bundan rahatsız değildim. Her an ayağının dibinde mink bir çocuk olması bazen sınırları ve sabrı zorlayabiliyordu. En azından dayısı gelince maç yapıyorlardı da, ben biraz nefes alıyordum. Öyle ki, annesine bile gitmez olmuştu ve sadece kendini sevdirmek için uğruyordu yanına. Ablam da bundan rahatsız değildi tabii, keyif yapıyordu hanımefendi.
"Esila, çay koyar mısın kızım?" diye bir ses duyduğumda, irkildim. Babamın kaşları havada bana baktığını görünce yerimden kalkıp bardağını aldım ve mutfağa ilerledim. Çaydanlığı alıp boş bardağa doldurduğum sırada ablamın, "Düşüneceğine mesaj at." demesiyle ona döndüm. Arkamdan geldiğini, sırıtan yüzünden ima yapacağını anladığım için biliyordum. Derin bir nefes alırken sessiz kaldım ve çaya şeker attım. Ablam, Cihangir'i öğrenmişti. Sevgimi, hislerimi ablama anlatmayacak değildim. Bu duruma çok sevinmişti ve fazlasıyla ima yapıyordu ama bir şey vardı ki... Cihangir, ben buraya geldiğimden beri sessizdi.
Ablama bir şey demeden çay bardağını babama götürüp bıraktığımda Arda hemen yanıma gelip, dizlerime yattı. Çizgi film kanalını büyük bir keyifle izlerken babam da bu duruma alıştığı için sessizce onunla birlikte izliyordu. Ablam peşimden gelip hala sinsi bir şekilde gülerken, annem ortalarda yoktu. Aynı, sevdiğim gibi.
O gün gittiğimizi belirten bir mesaj attıktan sonra Cihangir'le yalnızca üç defa mesajlaşmıştık. Hepsi kısa sürmüş, hal hatır sormayla bitmişti. Hepsini ilk önce Cihangir atmıştı çünkü yoğun olduğu için ben atmak istemiyordum. Kendini mesleğinde göstermek için eline geçen bu fırsatı en iyi şekilde kullanıyordu ve ben de onun başaracağından emindim. Yalnızca... Böyle olsun istemezdim. Özlemim, bu kadar ağır olmamalıydı.
Bir yandan da ablam ve Gökçe vardı tabii. İkili beni sürekli sevgili olduğumuz konusunda sıkıştırmıştı ama bence, biz henüz o evrede değildik. Ya da, ben bunu henüz sindirememiştim. Ne yapacağımı bilmiyordum.
O sırada salona annem girdiğinde, düşüncelerim dağıldı. Gülerek, "Yine mi çizgi film?" dediğinde güldüm. Başımı iki yana sallayıp, "Yeni bölüm başladı ama anne, lütfen. Babam dünden beri bu saati bekliyordu." dediğimde babam da dahil hepimiz güldük çünkü gerçekten on beş günde bunları merak eder bile olmuştu. Çizgi filmler de bir nevi bağımlılık yapıyordu bence, bir kere izleyince hep izleyesi geliyordu insanın.
Boş koltuklardan birine yerleşen annem bana yandan bir bakış atıp, "Maide teyzenin kızı evleniyormuş, ilkbahardaymış düğün." dediğinde kaşlarım havalandı. Uzaktan akrabamız olduğunu biliyordum ama tam olarak ne olduğumuzu bilmiyordum, merak da etmiyordum. Bildiğim tek bir şey vardı ki, Maiden teyzenin yeğeninin düğününde hiç hoş şeyler yaşamadığımdı. Gitmeyeceğimi belli ederek, "Ne güzel, gidersiniz işte." dediğimde annemin kaşları çatıldı. "Esila, o düğüne gelmen gerekiyor. Kızı seninle yaşıt, her bayram anneannene geliyorlar." diyerek anında itiraz ettiğinde gözlerimi devirdim. Sanki kızla her bayram sohbet ediyordum da aranızda samimiyet vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONSUZ ADIMLAR
Lãng mạnDümdüz, simsiyah bir yol. Sonu görünmüyor, hatta bir adım sonrası dahi yok. Zifiri karanlık, her şey belirsiz... Ne yapmalıydı bu durumda? Bu yola birinin ışık tutmasını mı bekleyecekti? Asla. Başkasının ışığına muhtaç olmaktansa, kendi ışığını oluş...