15. BÖLÜM
PİRAYE’NİN ANLATIMINDAN:
Umay’ın eve geldikten sonra sakinleşmesi uzun sürmüştü. Söylediklerinin hiçbirinin farkında değildi bu yüzden kızmıyordum ona. Umay’a sakinleştirici yapıp koltuğa yatırdıktan sonra Kübra bana abisini sevip sevmediğimi sordu. Onu geçiştirmiştim ama sonra açacaktı bu konuyu. Onu da sonra düşünürdüm artık. Umay ve Dilan’a baktıktan sonra Kübra’ya bakıp “Sana emanet hepsi ben geleceğim,” dediğimde başını salladı. Onu bıraktıktan sonra hızlıca evden çıkıp arabama bindim ve askeriyeye gittim. Kapıdaki askere ne için geldiğimiz söyleyince beni tuğgeneralle görüştüreceğini söyleyip sormaya gitmişti. Bir müddet sonra beni içeri alıp tuğgeneralin yanına götürdü. Kapıdaki isime baktım odaya girmeden önce ‘Tuğgeneral Erdem ŞAHİN’ yazıyordu kapıda. Emir’in babasıydı bu. İçeri girip selam verdim beni oturttuğunda direk lafa girdim. “Ben Binbaşı Alparslan Eyüboğlu’nun kardeşiyim size kayıp askeri ve onları sormak için geldim,” dediğimde adam başını salladı. “Askerimizden bir haber yok diğerlerini de buraya çağırdım ama emire itaat etmeyip kalmayı seçtiler. Onlardan da haberim yok,” dediğinde derin bir nefes aldım. “Aralarında yaralı var mıymış?” diye sorduğumda adamın yüzü düştü ve “Var. Yüzbaşı Emir yaralıymış,” dedi. Derin bir nefes aldım ve teşekkür edip odadan çıktım. Bir şey yapmam gerekiyordu böyle elim bağlı oturamazdım asla. Basit bir doktordan fazlası değildim belki ama yapmalıydım bir şekilde. Askeriyeden çıkarken çok düşünceliydim. Eve de aynı düşünceli hal ile gelmiştim. Dilan ve Umay uyanmıştı boş boş duvara bakıyorlardı. Dilan beni görünce “Neredeydin abla?” diye sordu. “Askeriyeye gittim haber var mı diye sormaya,” dediğimde başını salladı Umay bana umutla baktı ama başımı olumsuz anlamda salladım. Benden bakışlarını çekip geldiğimden beri baktığı yere bakmaya başladı. Kübra ile bende bulduğumuz boş yere oturduk. Sabaha kadar boş boş etrafa bakmıştık. Hiç birimizin gözüne uyku girmiyordu. Gece yarısı Pamir de bizim yanımıza gelmişti. Sabaha kadar da bizimle beklemişti. Sabah olduğunda kalkıp bir şeyler hazırladım. Bugün tatil günümüzdü ve evdeydik Allah’tan. Onlar her ne kadar yemek istemese bile yedirmiştim onları. O gün akşama kadar bir haber bekledik ama ne yazık ki bir haber yoktu. Akşam üzeri Kübra’nın telefonu çalmıştı. Sessizce kulağıma babam arıyor dediğinde boş yere kimseyi umutlandırmak istemediğini düşündüm. Babasıyla konuşmasının ardından gülerek “Turan abiden haber varmış,” dedi. Hepimiz o an derin bir nefes almıştık.
TURAN’IN ANLATIMINDAN:
Emir ile gördüğümüz eve yaklaştığımızda o içeri girmişti bende dışarıyı kolaçan ediyordum. Bir anda nereden geldiğini anlamadığım bir kurşun karnıma isabet etti. Ben daha ne olduğunu anlamadan iki adam gelip kollarımdan tutup sürüklemeye başladı. Çok savunmasız kalmıştım. Emir’in içeriden çıkmasını umut ediyordum ki kapıyı kilitlemişlerdi. Karnımdaki sızı artarken gözlerim kapanıyordu. En son hatırladığım adamın “Bu adam ölmemeli,” dediğiydi. Gerisi koca bir karanlıktı. Gözlerimi açtığımda iğrenç bir yerde yatıyordum karnımda sargı bezleri vardı. Bir müddet sonra başıma genç bir kız geldi. “İyi misiniz?” diye sordu. “Kimsin?” diye sordum. Genç kız bana cevap vermeden dışarı çıktı ve “Uyandı,” dedi. İçeri aylardır peşinde olduğumuz terörist grubunun elebaşı girdi. Bana bakarak “Sonunda uyandım be asker bir gün daha uyanmasaydın bırakıyordum seni,” dediğinde ona “Kes lan sesini,” diye bağırdım. Bu şerefsizin sesini duymak ağır geliyordu bana. “Ama ayıp oluyor asker iki gündür bakıyoruz burada sana sen gelmiş kes sesini falan diyorsun yakıştıramadım,” dediğinde sinir katsayım artıyordu. “NE İSTİYORSUN LAN ŞEREFSİZ?” diye sorduğumda “Büyük bir şey değil canım seni verip buralardan defolup gitmelerini isteyeceğim,” dediğinde yalandan bir kahkaha attım “Çok beklersin buraları senin gibilerin eline bırakmayız biz,” dedim. “Büyük konuşma asker,” dedi ve odadan çıktı. Arkasından nefretle bakarken sakin kalmaya çalışıyordum. Bir şey yapıp bunun elinden kurtulmalıydım ama nasıl? Ben bunu düşünürken başta gelen genç kız yine geldi. Ama bu sefer daha tedirgindi. Ona şaşkınca baktım “Abi bana yardım et buradan kaçmak istiyorum,” dedi. Ona bakıp “Önce benim buradan çıkmam lazım ki sana yardımcı olabileyim,” dediğimde “Giderken beni de götür abi lütfen,” dedi. “Tabi ki de götürürüm. Senin adın ne?” diye sordum. “Ceylan,” dedi. Sonrasında içeri adamlar girince hemen çıktı odadan. Adamlar bana bir bakış atıp çıkmışlardı odadan.
Bugün sabahtan beri gelip ağzımdan bu operasyon hakkında laf almaya çalışıyorlardı. Ben bunların eğitimlerini almıştım işkence etseler bile onlara tek kelime etmezdim. Fakat artık gücüm bitmek üzereydi bir şey bulmam gerekiyordu. Bugün beşinci günümdü burada. Bizimkiler her yerde beni arıyordu eminim ama bulamıyorlardı işte. Onlara bir şekilde koordinat yollamam lazımdı. Bunun için bir telefon bile işimi görürdü. Sonra aklıma Ceylan geldi o bulabilirdi belki. Ceylan yanıma geldiğinde ona “Ceylan bana bir yerden telefon bulabilir misin?” diye sordum. “Nasıl bir telefon abi?” diye sordu. “Koordinat gönderebileceğim,” dediğimde hemen “Bulurum abi,” dedi ve odadan çıktı. Gece yarısında tekrar yanıma geldi. Elinde tam da işime yarayacak bir telefon vardı. Bana bakıp “Abi ne yapacaksan çabuk yap fark edilmeden yerine götürmem lazım,” dedi. Başımı salladığım gibi işe koyuldum. Bizimkilere bulduğum koordinatları gönderdiğimde adamlar içeri girmişti. Elimdeki telefonu hemen Ceylana verdim ve gözlerimle adamın ayaklarının yanını işaret ettim. Başını salladığında telefonu oraya bıraktı. Adam her zamanki soruları sormaya gelmişti yine bu her halinden belliydi. Tam soru soracaktı ki adamlarından biri az önce elimden olan telefonun kayıp olduğunu söyledi. Adam bana bakarken “Sen bu adamlarla bizi korkutup kaçıracağını falan mı sanıyorsun adamların daha bir telefona sahip çıkamıyor,” dediğimde adam sinirle üzerime yürüdü. Ben ise sırıtıyordum. Tam yanıma yaklaşınca ona “Ayaklarının dibine baksaydın telefonu görürdün. Az önce adamların düşürdü,” dediğimde hemen arkasını döndü ve telefonu yerden aldı. Sonra adamlarını bağırmaya başladı. Ben ise keyifle sırıtıyordum. Bizimkiler çok geçmeden burada olurdu. Bunlar beni öldürmeyecekti ondan emindim. Bana ihtiyaçları vardı buradan gitmemiz için onların önüne altın tepsi ile sunulmuştum. Çok geçmeden çatışma sesleri gelmeye başlamıştı. Demek ki buraya yakınlardı. İçimden marş söyleme isteği gelmişti. Bizimkilerin iyice yaklaştığını duyduğumda Ceylan yanıma gelmişti. Bana bakıp “Sanırım geldiler,” dedi. Başımı salladığımda gülümsedi. Ona bakıp “Gündoğdu marşını bilir misin?” diye sordum. Başını heyecanla salladığında ona “Onlar bizi korurken onlara bir destek olalım değil mi?” diye sorduğumda başını salladı. Hemen söylemeye başladım.
“Gün doğdu, hep uyandık,
Siperlere dayandık
İstiklalin uğruna da,
Al kanlara boyandık.Sandılar Türk uyudu,
Ata cenge buyurdu,
Türkün asker olduğunu,
Dünyalara duyurdu.Ülkemiz Türk ülkesi,
Aşık eder herkesi
Üstümüzden eksilmesin
Al bayrağın gölgesi. “Bu marş onları delirtirdi. Korkum yoktu. Belki şuan gelip kafamıza sıkabilirlerdi. Vatana canım fedaydı. Fakat dediğim gibi olmamıştı marşı söylerken aksine ses daha da artmıştı. Bizimkiler içeri girmiş ve sesi duyup eşlik etmişlerdi. İşte Türk askerinin sesiydi bu. Bizim sesimizdi.
Söylerken yanıma önce Emir geldi. Sıkıca sarıldı bana. Peşinden diğerleri de gelmişti. Oğuz yanıma yaklaştı hemen ve yarama bakmaya başladı. Sonra Alparslan komutanıma dönüp “Yarasına iyi bakmışlar ama yine de her ihtimale karşı hastaneye görünmesi lazım,” dediğinde herkes başını salladı. Akın Binbaşı “Ben haber veriyorum bizi almaya gelmeleri için,” dediğinde herkes onaylamıştı. Bu sırada bende onlara Ceylan’ı tanıtmıştım. Gücüm tükenmeye başlamıştı yavaş yavaş. Yorgundum haliyle ama onlar benden de bitkinlerdi. Tabiri caizse ölü gibiydiler.
UMAY’IN ANLATIMINDAN:
Turan’ın kaçırılma haberinin ardından dünyalar başıma yıkılmıştı. Şimdi ise Piraye ile hastaneye gidiyorduk. Onlar geliyordu. Sevdiğim adam geliyordu. Biz hastaneye gittiğimizde henüz gelmemişlerdi. Piraye beni kapının önünde bırakıp hazırlanmaya gitmişti. Haber gelmişti ona hastaneden ve öylece koşup gelmiştik. Sadece onu görmek istiyordum şuan onun haricinde hiçbir şey umurumda değildi. Ne kadar bekledim o kapıda bilmiyorum ama bir ambulans görülmüştü kapıda. Piraye hemen dışarı çıkmış bana baktıktan sonra ambulansa ilerlemişti. Oydu işte gelen. Vatan gözlümdü. Ambulanstan sedye ile indirmişlerdi. Gözlerim dolarken yanıma Dilan gelmişti. Onu hemen getirmemiştik buraya evde dursun demiştik ama anlaşılan dinlememiş gelmişti. Ben biraz daha güçlüydüm ona göre.
Piraye, Turan ile ilgilenirken hemşireler koşuşturuyordu. İçeri almışlardı onu çoktan bizde peşinden gitmiştik. Onlar odadaydı biz ise dışarıda. Nesi vardı ne oluyordu bilmiyordum. Bir müddet sonra abimler ve bütün tim yanımızdaydı. Onların arasında da yaralı vardı. Onlar da kendilerine baktırmaya gitmişti. Dilan bana “Abla benim annemleri arayıp haber vermem lazım,” dediğinde başımı salladım. O dışarı çıkarken abim yanıma geldi. “Nasılsın?” diye sorduğunda gülümsedim. “İyiyim abi sen nasılsın?” diye sorduğumda güldü. “Nasıl olayım işte,” dedi. Sonra sıkıca sarıldı bana. Abimin kokusunu içime çekerek sarıldım. Bu sırada Piraye odadan çıkmıştı. Hepimize baktı tek tek önce sonra “Hastamız gayet iyi sadece uzunca bir müddet dinlenmeye ihtiyacı var,” dediğinde derin bir nefes aldım. Abim “Görebiliyor muyuz?” diye sorunca Piraye başı ile onaylayıp “Girin ama yormayın sorularınızla benim işim var,” dedi ve gitti. Biz de hep birlikte içeri girdik. Gidip ona sarılmak istiyordum ama abimlerin yanında bunu yapmam pek mümkün değildi. Abimlerin gitmesini beklemem gerekiyordu. Ne yapalım artık bekleyecektik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖRT FARKLI HAYAT
Teen Fiction2 Asker, Savcı ve Doktor Birbirinden farklı dört hayatın hikayesi.