38

2K 174 120
                                    

Kehribar gözler içinden kazıyarak sildiği ifadeyi tekrardan kondurmuştu gözlerine. Öyle çok öfkeliydi ki Koray, Cebrail ve Ardıç zar zor almıştı onu Yusuf'un üzerinden.

Yusuf, dışarı çıkarılırken Koray, iki arkadaşı tarafından üst kata, odasına kadar götürüldü. Sinirden bir ağız dolusu küfürü de onlara etti. Ayırmalarının sebebi Yusuf'un inatla karşılık vermiyor oluşuydu. Koray biraz daha devam etse tamamen elinde kalacaktı.

Yusuf'tan sonra ikisi de Koray'ı böyle öfkeli görmemişti. Sarışının gidişi, Koray'ı daha sakin biri haline getirmişti. O kadar uzun zamandır her şey istediği gibi gidiyordu ki kıvırcığın, etraftakiler onun sakinliğini garipsemeyi bırakmış, yeni normal edinmişlerdi. Bugün bile Yusuf içeri girdiğinde onu görse de sessiz kalmıştı. Yeni arkadaşları da kız arkadaşı da onu böyle öfkeli gördüklerine oldukça şaşkınlardı.

"Amına koyduğumun çocuğu!" Küfürü yeteri kadar gürültü değilmiş gibi komodine doğru tekme savurdu. Mobilya yana devrilirken söylemeye devam ettiği küfürler zeminden gelen çarpma sesi ile duyulmadı.

"Koray..." Ardıç onu sakinleştirmek için konuşmak istedi. Öne doğru bir adım attı ama Cebrail kolundan tutarak durdurdu onu.

Koray her ne kadar iyi saklıyor olsa da Cebrail şu an dışarı çıkan ateşi iki yıldır görüyordu Koray'ın gözlerinde. Yok olmamışlardı, sadece doğru anı bekliyordu. Onun için şimdi karışmaması gerektiğini de biliyordu.

"Ne sikim yemeye gelmiş yine?" Ellerini attığı kıvırcık saçlarını hırsla karıştırdı.

Birkaç gün önce birisi Yusuf'u ansa ismini bile unuttuğunu söylerdi Koray. İçinde ona karşı sevgiyi bırak, nefret bile kalmamıştı. Hiçbir şey hissetmiyordu. En azından böyle olduğunu söylüyordu.

"Ne sanıyor bu piç, istediği zaman gelip istediği zaman gidebileceğini mi?" Ağzından çıkan cümle, içten içe aradığı nedeni verdi ona. Bunun için sinirliydi işte. Koray her şeyi yeniden inşa ettikten sonra mı geliyordu Yusuf?

Sakinleşmek için attığı voltalar onu daha da sinirlendirmeye başlayınca sinirle çöktü yatağına. Kararmış gözleri ile görüyordu dünyayı da. Uzun süredir üzerinde hissetmediği ağırlık ile çökmüştü omuzları. İçinde sadece öfkenin savaşını vermiyordu. En çok da bunun için sinirliydi. Yusuf yokken konuşmak kolay olmuştu. Bitti demişti, artık ona karşı bir şey hissetmediğini söylüyordu. Ellerini saçlarının arasına daldırarak başının yükünü bıraktı. Omzundaki yükü de böyle bırakabilmek isterdi.

Gözlerini yumduğunda öfkesini dindirebilmek için oflayarak nefes verdi. Karanlığın ardında onu görüyor olmaktan nefret ediyordu. İsmini anmamıştı ama yine de dilini ısırdı.

Gözlerinin ardında Yusuf'tan başka bir şey daha vardı; bir mektup. Nefretini körükleyen de bu mektuptu. Uyandığında mektubu görmenin acısı mıydı kalbini yakan? Yoksa Yusuf'un sözleri mi?

Yusuf'un sandığının aksine o gece uyumuyordu. Her şeyin kötüye gittiğinin farkındaydı. Nazım'ın ölümünün, kaybettikleri paraların, Yusuf'un soyadının bile onları kurtaramadığının... Yıkıldıklarını biliyordu ama Yusuf varken hiçbir şeyi sorun etmiyordu. Yusuf'un aksine Koray'ın kehribar gözlerine umutsuzluk hiç düşmemişti.

"Yusuf!" Demişti ardından. Kapıda, tam çıkmak üzereyken. Yusuf'un ona doğru dönmeye tenezzül bile etmediğini hatırlıyordu.

"Bana bunu mu layık gördün?" Mektubu yere fırlatmıştı. "Adres bile yok." Habersiz yok olup gitmek isteyecek kadar nefret etmiş miydi Koray'dan?

Gözleri açıldığında anılar yüzünden tekrardan öfkenin karasına boyanmışlardı. İçindeki Yusuf'la başa çıkmanın yolunu biliyordu. Bunun için ayağa kalktı ve cama doğru yürüdü.

Bir Küçük Günahkar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin