Karaca
''Kalk hadi.''
Sert bir şekilde dürtülmemle yerimden irkilerek uyandım. Çağatay tehditler savurup yanımdan gideli ne kadar olmuştu hatırlamıyordum. Bir noktada, soğuktan ve açlıktan uyuyakalmıştım. Gözlerimi kırpıştırıp bana bakan adama doğru çevirdim.
''Nereye?'' dedim ama sesim zar zor çıkıyordu. Adam soruma yanıt vermek yerine beni kolumdan tutup çekip kaldırınca, ona karşı koymadan ayağa kalktım. Tek istediğim, artık üşümemek ve rahatça uyuyabileceğim bir yataktı. Beni dışarı çıkarmadan önce arkama geçmesiyle ne yaptığını anlayamadım ama ardından gözlerimin kararmasıyla görmemem için bez bağladığını anladım.
''Ne gerek var şimdi buna?'' dedim bıkkın bir şekilde. Gerçekten de gerek yoktu aslında, nerede olduğumu anlasam bile kaçmaya halim yoktu. Adam yine yanıt vermek yerine beni itekleyince dişlerimi sıkıp yürümeye devam ettim. Bir arabaya bindiriliyordum, o kadarını anlamıştım. Araç hareket ettiğinde aklıma düşünceler doluşmaya başladı. Beni hala bulamamışlardı. Şimdiki yerimi bulsalar bile elleri boş döneceklerdi. Kim bilir nereye götürülüyordum. Azer'in beni bulamadıkça sinirden delireceğini de biliyordum. Eğer amcamları ikna edebildiyse, beni beraber arıyor olacaklardı. Aklıma babam geldi, bunca zaman beni korumaya çalışmışken bu halimi görse, sinirinden delirirdi. En büyük arzusu beni bu hayattan çıkarmakken, onu dinlemeyip bir şekilde bu tehlikeli dünyanın hep içinde bulunmuştum çünkü. Haklıydı. Bir gün başıma bir iş geleceğinden endişeleniyordu ve haklıydı. Gelmişti de.
Arabanın durduğunu anladığımda konuşmama fırsat kalmadan kapı açıldı ve yine dışarı çıkarıldım. Birkaç adım attıktan sonra, biri kolumdan tuttu.
''Basamak var. Dikkatli ol.'' dedi ve beni yönlendirdi. Birkaç basamak sonra bir yere girdiğimi anlamıştım, kulaklarıma dolan rüzgar yok olmuştu şimdi ve etrafımı bir sıcaklık sarmıştı. Elimde olmadan ürperdim. Hala kolumdan tutan adamın bir kapıyı çaldıktan sonra beni içeri doğru hafifçe ittirmesiyle tökezledim ki, yine onun sesini duydum.
''Hoşgeldin.''
İstemeden dişlerimi sıktım yine. Gözümdeki bez çıkarılınca, ışık yüzünden gözlerimi kısıp ona baktım.
''Çok yorgun gözüküyorsun..'' dedi Çağatay dudaklarını bükerek.
''Niye yerimi değiştirdin?'' dedim sanki söylediklerini duymamış gibi.
''Sana demiştim. Orası oyunun bir parçasıydı. Seni öyle bir yerde tutacak halim yoktu herhalde.'' dedi söylediği çok barizmiş gibi. Oturmam için eliyle işaret etti. Ofis gibi bir yerdeydik, ama onun evinde olduğumuzu anlamam çok uzun sürmedi.
''Beni evine mi getirdin?'' dedim hayretle. Çağatay söylediklerimden bunalmış gibi alnını ovuşturdu.
''Anlamamakta ısrar ediyorsun, Karaca. Sana buradan çıkış yok dedim. Ailen de, o çok sevdiğin Azer Kurtuluş da benim oyunumdaki piyonlar sadece. Birbirlerini yok edecekler ve biz, hayatımıza devam edeceğiz.''
''Biz?'' dedim söylediğini yanlış anlamış olmayı umarak.
''Koskoca Karaca Koçovalı'nın avukatı olmasını kim istemez?'' dedi gülümseyerek.
''Sen gerçek bir ruh hastasısın.'' dedim dumura uğramış bir şekilde. Sinirle çenesindeki kası sıktı ama istifini bozmamaya çalıştı.
''Alışacaksın. Kendine biraz zaman ver.'' dedi yine aynı sakinlikle. En sonunda kendimi tutamadım.
''Beni sana bırakacaklarına sen inanıyor musun?'' dedim bağırarak.
''Sesini alçaltmazsan, ben seni sustururum.'' dedi bütün tavrını birden değiştirerek. Söylediğini umursamadan devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sırt Sırta
أدب الهواة''Gözlerin, bana çok garip şeyler hissettiriyor.'' ''Ne mesela?'' dedim ben de fısıldayarak karşılık verirken. Durduğumuz yakınlıktan, konuşurken dudaklarım onunkilere değiyordu. Karaca gözlerini kapatıp gülümsedi. ''Nasıl anlatılır bilmiyorum ki.''...