Bölüm 89: Bozkır'da Yaşam

106 10 45
                                    

Japonya bir an duraksasa da bu hâli hemen değişti. İçindeki  karamsarlığın yerini huzur kapladı. Türkiye ona yakın olduğu zaman kendini hayat durmuş gibi hissediyordu. Keşke hep böyle kalsaydı. Keşke zaman hiç ilerlemeseydi.

Türkiye, Japonya'dan ayrılmak için hareket ettiğinde Japonya onu belinden kavrayarak kendine çekti. Zamanın tekrar akmaya başlamasını biraz daha geciktirebilirdi, değil mi? Japonya için zaman her şekilde duruyordu. Olan bitenden habersiz gibiydi Onun düşünceleri de bu duruma ayak uyduruyor, dışarıdan gelen sesleri görmezden geliyordu. Sanki düşünemediği tek andı. Düşünemediği için ifade edemediği güzel bir duygu sarmıştı içini.

Türkiye yavaşça ondan ayrıldı. Japonya da daha fazla ileri gitmeyi uygun görmedi ve Türkiye'den ayrıldı. Ancak gözleri hâlâ Türkiye'ye kilitlenmişti. Içi de, dışı da melek gibiydi. Sanki çevreye ışık saçıyor gibiydi. Uzun koyu kahverengi saçlarının üzerine düşen güneş ışığı, saçına yumuşak bir görüntü veriyordu. Büyük, saçı gibi çok koyu kahverengi gözleri içinde kendi ışığı olan bir aynayı yansıtıyordu. Yüzündeki hilalin büyük bir asalet ile kıvrılıp alçak gönüllülük ile yıldızı selamlamasını seyrediyordu. Yıldız, hilalin tam üç kısımlarına sanki noksan bir parça gibi yerleştirilmiş ve oraya tam olmuştu. Hilal kadar alçak gönüllü olmayan yıldız, kendini belli etmek için elinden geleni yapıyor ve biraz da övünüyordu. Teninin öz rengi kırmızı, öyle bir güçlü duygu içindeydi ki kendini tutamıyor, hareket etmek, Gök'e yükselmek istiyordu. Bileklerine kadar uzanan bordo dan biraz daha koyu ipek elbise uçacak gibiydi. O uçup gitmesin diye beline altın, Osmanlı işlemelerinden ince bir kemer bağlanmıştı. Kemerin sol tarafında Saka'dan kalma değerli bir hatıra olan keskin akinakes bıçağı takılıydı. Kemerin sağ tarafında ise Selçuklu'dan kalma üzerinde Kayı bayrağındaki sembol (IYI) olan bir simge asılıydı. Elbisesinin üzerinde ise kalbinin üzerine gelen yere Osmanlı'nın emaneti gümüş tuğrayı asmıştı. Elbisenin bir parçası olan bordo, dantelli tülleri arkaya doğru uzanan fesi şimdilik takmıyordu. Ama Japonya'ya göre fesi taksa elbise ile mükemmel bir uyum içinde olacaktı. İçindeki güzellik sığmayınca onu tutamayıp ışık ile dışarı saçan cam gibi gözleri şimdi onu aydınlatıyor, adeta bir fener görevi görüyordu. Ancak bu güçlü ışık gözünü aldığı için ardındaki meleği bir süre göremedi Japonya. Su kadar ince, nazik, yumuşak bir el ona dokundu ve içinin güneş gibi ısınmaya başladığını hissetti. İnce, uzun boylu genç kız kanatları olmayan bir melek gibiydi. Ama Japonya'ya göre onun içinde bir yerlere sığmayan kanatları vardı. Bunca ışığın, ısının üzerine bir de bütün içtenliği ile gelen sıcacık bir gülümseme eklenince Japonya daha fazla dayanamayacağını anladı. Belki de aklını kaybediyordu? Bu kız ona aklını kaybettiriyordu.

Huylarının hepsi Gök'ün özel olarak gönderdiği bir günışığı gibiydi. Bir insan günışığını görse durup ikinci defa bakmadan durabilir mi? O günışığı öyle bir mucizedir ki, insanı kendine hayran bırakır. Japonya'ya göre Türkiye'nin iç güzelliği de günışığı gibiydi.

Türkiye: Düğününüze çok fazla kişi gelmesin. Az ama öz olsun.

Japonya, Türkiye'nin bunun kendisi için yaptığını biliyordu. Türkiye istese bütün akrabalarını düğününe davet edebilirdi. Ama o, sadece Japonya için kalabalık bir düğünden vazgeçiyordu.

Japonya: Buna gerek yok. Gelenekleriniz nasılsa, ona uyun.

Türkiye: Geleneklere uyacağız. Az nüfuslu bir düğün törelere uymamıza engel değil.

Türkiye yavaş adımlarla yürümeye başlarken sözlerine devam etti;

Türkiye: Ama önce senin o gelenekleri öğrenmen gerekiyor.

Japonya: Bozkır yaşantısındaki gelenekleri mi?

Türkiye onaylar anlamda başını salladı. Çevrelerindeki yeşil tepelere hayranlıkla bakarken;

Countryhumans 2020 ^~^ {2021}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin