Hayatta her ne olursa olsun gidilecek hep bir yol vardır. Bazen bu yolun sonunun nereye çıkacağını bilirsin bazen de bilemezsin. Sadece yola çıkışın vardır elinde avucunda, nereye varacağın yoktur.
Şimdi bende sonunun nereye varacağını bilmediğim bir yola çıkmıştım.
Fetih'in ısrarı ile gittiğim Azer'in yanından ayrılmıştım. Ona gelen ilk ben olmuştum o bizden ilk giden olmasına rağmen.
Şimdi gelir miydi bilmiyordum.Onu tanımıyordum.
Onu biliyordum ama onu tanımıyordum.
Varlığı da yokluğu da hayatımın can damarıydı ama ben o damarın sadece adını biliyordum.
İzin vermemişlerdi ki onu tanıyayım, onu yaşayayım.Hoş tek suçlu bize izin vermeyenler değildi ki. Bu hikayede onların ki kadar Azer'in de suçu vardı. Bana beni sevdiğini söylemiş sonra gitmiş birisiyle nişanlanmıştı. Bunu bir ömür boyu kabullenemeyecektim. Fadik teyzenin yaptığının haklı bir yanı yoktu belki ama seçim Azer'indi.
Fadik teyze ona evlensin diye ısrar etmemiş kararı Azer'e bırakmıştı. Benim buralara kadar sürüklenmem de, yıllardır bu kadar ağır bir acıyla yaşamam da Azer'in seçimiydi.
Onun seçimlerinden bana arta kalan tek şey gitmek olmuştu. İçimde o kalmışken ondan gitmek olmuştu. İçimdeki yangınla solumak, o yangından arta kalan küllerle yaşamak olmuştu.
Yorgundum. Uyusam, geçmeyecek kadar ölsem, bitmeyecek kadar.
Adana'dan Antalya'ya gelişimizde ne benden ne de Fetihten sen çıktı. Ben konuşmadığımız kadar içimden kendimle konuştum. Sonra eve geldik. Fetih beni bırakmadı. Küçük bahçeli bir ev almıştı babam bana buradan.
Ben kabul etmediğimde bana bunun borcu olduğunu, onun yüzünden bu halde olduğumu söylemişti. Ne gariptir ki doğduğumdan beri hep birileri yüzünden bir haldeydim. Ve olduğum hal hiç de iç açıcı değildi.
Herkesin günahının bedelini ödemek benim boynumun borcu olmuştu sanki. Kim ne günah işlediyse bedelini ben ödüyordum.
Eve girdikten sonra Fetih yemek söylemek için ısrar etmişti ama benim isteksizliğimi görünce sessiz kalmıştı. Bense duşa girmiş, buzdan farksız bir suda -bana asır gibi gelen- dakikalarca yıkanmıştım. Çıktığımda ellerim sıcaktan değil soğuktan kıpkırmızı olmuştu.
Umursamadım.Kalbim bedenimden daha çok üşüyordu çünkü.
İnsanın kalbi üşürken bedeninin ısınması bir şeye fayda etmiyordu. Ben memleketin en sıcak şehirlerinden birinde hayatımı sürdürmeye devam ederken bile üşümem geçmemişti. Şimdi buz gibi suda yıkanmışım umurumda olur muydu kalbim üşürken.Olmazdı.
Odaya gelip simsiyah çarşaflarla sarılmış yatağa oturdum. Gözlerim halıdayken komodinin ilk çekmecesini açtım. Gümüş kaplamalı küçük bir silahla göz göze geldim.
Silahın yansımasından kendime baktım. Silahın yapısından dolayı parçalı görünen görüntüm ruhumu yansıtıyordu sanki.
Paramparça bir benlik.
Bende olmayan bir benlik.
İnsanların bana biçtiği bir benlik.
Silahı yerine koyup çekmeceyi kapattım. O ait olduğu yerde baş ucumda, ben ait olmadığım yerde kendimden çok uzaktaydım.Üzerimi değiştirip saçlarım nemliyken mutfağa girdim. Fetih kendini salona atmış bilgisayardan bir şeylere bakıyordu. Buzdolabını açıp raflardan kendime bir şarap alıp kadehe koydum. Fetih bu saatte içmeyeceği için ona teklif bile etmeden salondaki tekli koltuğa atıp bacaklarımı koltukta sarkıttım.
''Geldin mi biraz kendine.'' diye sordu Fetih bilgisayardan başını kaldırarak.
''Kendimde miydim ki kendime geleceğim.'' dedim.