Adelard birkaç asker ile birlikte malikaneden çıktığında saat altıyı geçmekteydi. Genç adam pelerinine sıkı sıkıya tutunmuş vaziyetteydi. İçine düz yırtık bir bahçıvan pantolonu üzerine çamaşırhaneden bulduğu eski bir iç gömlek giymiş bir kuşak ile beline gömleği dolamıştı. Çizmeleri çıkarıp atacaktı. Beline sokuşturduğu annesinin kahverengi örgülü peruğunu çözmüş kesip taramaya çalışmıştı korkunç görünüyordu lakin ayakkabılarını çıkardığında evsiz bir adama dönüşeceği kanısındaydı. Sokağa dalacak dedikoduları dinleyecek, gözlemleyecekti. Bu elinden gelen, yapabileceği son şey olacaktı. En azından aklında kalmayacaktı. Bir ümidi yoktu hoş yine de en fazla etrafta yanında kimse olmadan boş boş turlar. Bir handa içer, hiç kimseymiş gibi öylece hareket ederdi. Genç adam uzaklaşmak istiyordu lakin sanki yürümeye başlasa sonu gelmeyecekmiş gittikçe gidecekmiş ve bir süre sonra asla geri dönemeyecekmiş gibi hissediyordu. Kendisini tutan tek şey ise bir çift güzel gözdü.
Adelard arabada ilerlerken camdan köşe başında iki adamın tutuştuğu kavgayı gördüğünde bulduğu fırsatı değerlendirmek üzere "yürüyün!" Diye bağırdı kapıyı açıp kafasını uzatarak ardından üzerindeki pelerini atıp peruğu kafasına geçirdi çizmelerini çıkarıp arabanın kapısını hafifçe aralayıp baktıktan sonra herkesin dikkatinin o yönde olduğunu fark ettiğinde açtığı dar aralıktan sıyrılıp arabanın diğer tarafına geçti ve tersi yöne doğru hızla yürümeye koyuldu. Elleri cebinde, cebi içinde biraz bozuk para, yalınayak... Bir küçük kamanın korumasına sığınarak... Gösterdiği cesaret miydi yoksa tam bir aptallık mı genç adam kestiremiyordu. Ara sokağa daldığında çoraplarının bulandığı pisliğe bakarak sırıttı. Ardından elini daldırıp biraz da gömleğine sürdü. Deliriyordu değil mi? Bir müddet daha yürümeye devam ettikten sonra pazar sokağına doğru ilerlemeye koyuldu. Günlerdir tıraş olmadığından çıkmış sakalları bu kılık içerisinde tanınmasına müsaade etmeyecekti. Genç adam yanı başından koşturan askerlerini gördüğünde sırıttı. "Arayın... Çok ararsınız daha..." diye söylendikten sonra tezgahlara yanaşarak bakına bakına ilerlemeye devam etti. Sanırım bir papuç almalıydı.
Doris Hazel'in akşam üstü elma istemesiyle evden çıkmak zorunda kalmıştı. Yanına her zamanki yerden bir kese almış yürümekteydi lakin bu kez keseyi uzatmayacaktı. Bir siyahi olduğundan daha keseyi çıkarttığında elinden tümü kapılıyordu. Hazelinde paranın nereden gelip nereye gittiğini sorduğu yoktu. Çok akıllı bir kadın değildi. Onun yerinde bir başkası olsa soyup soğana çevirirdi de yine de farkına varamazdı. Ona defalarca kez kendisini pazara yollamamasını ona taze meyvelerden vermeyeceklerini söylediği halde dinlemiyordu. Öyleyse Doriste bir bozuk paraya alabileceğini alacaktı. En azından ona evini açan kadına misafir olduğu müddetçe biraz minnet göstermeliydi. Öte yandan malikaneye nasıl yaklaşacaktı onu düşünüyordu ki imkanı yoktu. Dikkat çekemez kimseye konuşamazdı. Meramını Hazele anlatsa o ne yapsındı. dükü ayağına mı çağıracaktı. Dükte şu halde çok gelirdi ya... Doris birkaç kez askerlerin çevrelediği arabaların etrafından dolanmış lakin yürüyüp geçmişti. Dükü görse canı pahasına yanına gidecekti. Görememişti. Onun yerine Kont Edward'ı iki kez görmüş lakin adama gitmekten korkmuştu. Hem kim olduğu anlaşılır hem de dükün yanı başındaki adamın ihaneti söz konusuyken kardeşinin de bu işe dahil olup olmadığını bilemezdi. Bir şeyler düşünmeliydi Doris... İyisi mi gece devriyelerinde kendini çok askerin koruduğu Lanchester armalı arabalardan birinin önüne atsındı. Belki düke denk gelirdi.
"Me bakıyorsun öyle yürü başka tezgaha!"
Doris elindeki parayı uzatarak "Elma" dedi orta yaşlı kadına.
"Yok sana elma!"
"Para!"
"O elindekine içindeki kurdu yedirmem."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADERİM SENSİN
Historical FictionLanchester Dükü yıllar önce karşılaştığı bir kadının saçına iliştirdiği kurdelenin kader bağı olduğunu nereden bilebilirdi ki? Ya Leydi Maeve Ferguson? Birileri kendisine durmadan ayak bağı olan o kurdelenin aslında gerçek aşkı ona getireceğini söy...