---Ertesi Gün---
---Londra kulesi--- (1078 yılında inşa edilmiş bir yapı saray mahkeme zindan işkence merkezi gibi gibi kullanılmış biz saray olarak kullanıyoruz :) )
Adelard peşinde onlarca asker Edward ve George ile ayaklarını sürüyerek saray koridorunda kralın karşısına çıkmak üzere ilerlemekteydi. Genç adam Quinton ile yüzleştikleri o an itibari ile ağzını kapatmış tek bir kelime dahi etmemişti. Ne diyecekti ki? Emri veren kral Edwarddı... Konuşsa hain olacak sussa bir başka hainlik etmiş olacaktı. Dün gece kardeşi, Quinton ile birlikte Louis'i bulduklarını ilan etmiş apar topar kucaklarında oğlu ile birlikte buraya gelmişlerdi. Genç adam tüm bu adaletsizliğin içinde yapabileceği tek şeyi yapmış dört bir yana ulak çıkartarak hain'in bulunduğunu ve kendi içlerinden olduğunu ülkeye yaymıştı. Yürürken tökezlediğinde kardeşi kolundan tutup düşmesini engelleyerek kulağına dik durması gerektiğini fısıldadı. Adelard yüzüne oturttuğu alaycı gülümseme ile karşılık verdi ona. Dik durmalıydı demek... Ülkesi ve kazanacakları zafere attıkları bu ilk adım için dik durmalı, susmalı önüne bakmalıydı. Herkesin beklentisi buydu. Adelard elinin tersini ağzına kapatarak güldü.
Edward boş gözlerle baktı ağabeyine. Tükenmişti. Kralın üzerlerinden çevirmiş olduğu bu oyunun sessiz kurbanı olmak zorundaydı ve ondan beklenen kabullenmekti. Başka ne yapabilirdi? Babası olsaydı böyle bir şey asla başlarına gelmezdi lakin babası olsaydı Adelard'ın bir İskoç ile evliliğine en baştan müsaade etmezdi ve şimdi akıllara takılan bu soru da vahşi bir cevap olmuştu onlara. Kral o listeye kızın adını eklediğinde bu yapacaklarının temelini atmıştı çoktan... Peki Adelard'ın Maeve Ferguson'u seçeceğini nereden biliyordu? İşte buna akıl sır erdiremiyordu. Edward bir askerdi. Tüm bu olanları kaldırabilecek katılıkta yetiştirilmişti. O babasının bileği Adelard yüreği olmuştu her daim lakin bileğin kaldırabildiğini yürek kaldıramıyordu. Edward'ın elinden ise şu dakika susmaktan başka gelecek hiçbir şey yoktu. Yanlarında yürüyen pisliğin kafasını uçurmak bedenini Londra sokaklarında gezdirmek istiyordu ki yaptığı adiliğin yüreğinde açtığı yarayı soğutması bu şekilde bile mümkün değildi. George ettiği ihaneti onuru ardına saklamış ülkesi adına büyük bir zafer elde ettiğini savunmaktaydı lakin bu başarısının ona York düklüğünü getireceğini gece geldiklerinde sağlam yerden işitmişti Edward. Quinton zamanında amcasına değil babasına verilmiş olan düklüğün peşini bırakmamıştı anlaşılan. Hak ettiğini bir gün bile dile getirmeyip Adelard'a her gün kendisinde olmadığı için şükürlerini sunduğu varisliğin şu an kendi dileği dışında bir mükafatmış gibi ona hediye edilecek oluşundan çok önce haberdardı ve başarıyla örtbas ettiğini sandığı durumdan ölesiye memnundu. Edward ise buna da susmak zorundaydı. Genç adam dişlerini sıkmaktan yüz kemiklerinde bariz ağrılar hisseder olmuştu. Savaşta her şey mubahtı lakin oynanan ağabeyinin hayatıydı. Zafer uğruna kurban edilen onun canının parçasıydı. Edward binlerce kez lanet ederken. Açılan kapıdan içeri girdiler.
Adelard tahtında oturan kralın önüne ulaştıklarında eğilip hafif bir selam verdi. Quintonun ağır reveransını gördüğünde ise gülümseyerek krala baktı.
"Vay, vay, vay..." Edward arkasına yaslanıp bacak bacak üzerine atarken karşısında dikilen adamlara bakarak güldü. "Kimler gelmiş..." Yürüttüğü oyun Lanchester dükü tarafından bir parça seyir değiştirmiş olsa da sonuç değişmeyecekti ve onun için bir sıkıntı da yoktu. Edward adamın bu kadarını yapabileceğini kestirememişti ki Adelard büyük bir bölümü suya atmış olsa da çok geçti. Anderson çuvallamıştı. Ferguson ve McAodhanın klan beylerini etkisi altına alıp eline koz verdirecek kadar gözü kara olduklarının bilincindeydi. Kaldı ki Liamh elinde hem karayı hem denizi tutmaktaydı. Ian SinClair'in kendisine mucizevi bir şekilde ittifak edişi her iki tarafa da karşı konulmaz bir güç kazandırmıştı. Lakin mide bulandırıcı özgürlük oyunları artık sona yaklaşmıştı. Edward kendi kendine gülerken umursamaz bir el işareti ile karşısındaki adamlara baktı. Zekası vücudundan fışkıran, adaleti zarafeti kendisinde dahi hayranlık uyandıran bir dük, savaş becerileri ile donatılmış genç güçlü, onurlu bir komutan ve emrine amade katıksız bir şerefsiz... Bu üçünün yapamayacağı şey yoktu. Lanchester dükü yolda gelirken yapacağını yapmış geçtikleri her yerde haini bulduklarını ve kendi kanlarından bir İngilizin çocuğunu kaçırdığını ilan ettirmişti. Edward yediği haltı temizletebilmek adına zaten son zamanlarda ziyadesi ile sinirini bozan baş komutanını alelacele infaz edip meydana ölüsünü diktirtmişti. Adamın gece yarısı gelir gelmez Edward Lanchester'a York dükallığının artık Quintona'a ait olduğunu söylemesi bardağı taşıran son damla olmuştu ki kendisine bu olayın başından beri çok da destek vermediği gözünden kaçmamıştı. Boşuna şüphelenmemiş izletmemişti onu... Kim bilir, George'un yerini söyleyen de oydu belki... Edward üzerinde daha fazla düşünmeyi reddederek kaşlarını kaldırdı. O yeni baş komutanını çoktan bulmuştu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADERİM SENSİN
Historical FictionLanchester Dükü yıllar önce karşılaştığı bir kadının saçına iliştirdiği kurdelenin kader bağı olduğunu nereden bilebilirdi ki? Ya Leydi Maeve Ferguson? Birileri kendisine durmadan ayak bağı olan o kurdelenin aslında gerçek aşkı ona getireceğini söy...