Hilal Umay Yiğitalp
"Kolay gelsin." diyerek çıktım fırından. Elimdeki kutuyu kolumun altına aldım. Dumanlanmış ve hafif sislenmiş bir hava vardı. Güneş kendini bulutların esaretine bırakmıştı ve bu da yeryüzüne kasvet olarak geri dönmüştü sanki.
Böyle havaları oldum olası sevmiyordum. Kendimi huzursuz hissediyordum. Sanki ilahi bir güç boğazıma yapışıp nefesimi kesiyordu. Ve Ankara'ya oldum olası böyle havaları yakıştıramıyordum.
Arabanın anahtarını kontağa taktıktan sonra kucağıma bıraktığım kutuyu araladım. İçerisindeki kurabiyelerin içerisinden aldığım tarçınlı kurabiyeden ufak bir ısırık aldım. Ağzımda dağılan kurabiyenin damağımda bıraktığı tarçın tadıyla dudağım iki yana kıvrıldı. Şu an yaşadığım hazzı saatlerce yaşayıp anlatmak isterdim. Fakat kulağıma dolan telefonumun zil sesi bu güzel anı çoktan bölmüştü bile.
Albay Erdem Yiğitalp arıyor...
Telefon ekranında gördüğüm isimle görünmez iki el boğazıma yapışmış gibi hissettim. Onunla konuşmak istemiyordum, onun sesini duymaktan nefret ediyordum. Sanırım ben direkt ondan nefret ediyordum. Ona karşı olan duygularımı anlatacak kelimeler veya cümleler bulamıyordum. O gözümde bir yabancıdan farksızdı. Ve kimse tanımadığı bir yabancıyı anlatamazdı.
Ekrandaki yeşil tuşa bastım ve telefonumu kulağıma koydum. Diğer elimle dizlerimin üzerine koyduğum kurabiye kutusunu alarak yanımdaki boş koltuğa bıraktım.
"Hilal neredesin?"
Duyduğum ses ile yüzümü buruşturdum. Allah'ım boş anına mı denk geldi de yarattın şunu diye düşünecekken sırf bu adam yüzünden çarpılmak istemediğimi fark ettim.
"Cehennemin dibinde. Gelecek misin?" oldukça ciddi bir ses ile sorduğum soruya karşılık telefonun diğer ucundan sadece homurdanma sesleri geliyordu.
"Karargâha gelmen lazım. Konuşmamız gereken konular var. Sürü ile alakalı."
Sürü ile alakalı.
Yeni kurulacak timden bahsediyordu.
"Tamam geliyorum." diyerek telefonumu kapatmak için kulağımdan çekmiştim ki son anda dediklerini duydum.
"Gelirken Mirzat'ı da alır mısın lütfen?"
Cevap vermeden telefonu yüzüne kapattım. Ona çok bile dayanmıştım. Kontağa taktığım anahtarı çevirdim ve yola çıktım. Demek gidip lideri alacaktım.
Lider garip bir adamdı. Onun hakkında aklıma takılan çok fazla şey vardı. Ve en çok sinirimi bozan sorularımın cevabını alabileceğim kimsenin olmamasıydı. Mesela neden ona lider diyorduk? Bu lakabı ona kim vermişti gerçekten merak ediyordum. Ve daha çok merak ettiğim bir diğer şey ise timi hakkındaki gerçeklerdi. Albayın anlattığı hiçbir şeye inanmıyordum. O adamın söylediklerinin neredeyse hepsi yalandı ve ben buna yemin edebilirdim. Belki de bu içimde ona karşı olmayan güven duygusuyla alakalıydı. Tek bildiğim şey eğer bu işin içindeyse canı epey fazla yanacaktı. Henüz yeni tanışmış olduğum Miran'ın canını zevkle yakacağına ve bunu yaparken bir an bile tereddüt etmeyeceğine emindim.
Liderin evinin olduğu sokağa girdiğimde buraya ilk geldiğimiz gece geldi aklıma. Annesiyle beraber sarılıp ağladıkları anın görüntüleri gözümün önüne gelince kafamı iki yana salladım. Evlerinin önüne geldiğimde liderin küçük bir çocukla kaldırıma oturmuş taso oynadığını gördüm. Benim geldiğimi fark etmemişti. Camımı açıp başımı camdan dışarı çıkardım. Duyduğum serzenişlerle dudaklarımdaki tebessümü bastırmaya çalıştım.
![](https://img.wattpad.com/cover/327022924-288-k201317.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİDER
General FictionBizim hikayemiz bir aşk romanı değildi. Zaten biz de birbirine aşık iki insan değildik. O liderdi ve ben de sürüsünün bir üyesi. Hırslıydı. Öfkeliydi. Ve her şeyden önemlisi içinde yanan intikam ateşi gittikçe harlanıyordu. O geliyordu ve beraberin...