2 Ay Sonra/ Ankara
Genç adam elindeki bardağı dünyanın en önemli şeyiymiş gibi inceliyordu. Etrafında konuşan insanları bir süre önce duymayı bırakmıştı. Hoş zaten iki aydır hayatında ne seslere ne de renklere yer yoktu. Gülmeyi unutmuştu, yakın bir zamanda hissetmeyi de çıkaracaktı lügâtından. Açlığı, susuzluğu, ihtiyaçlarını hissetmeyecekti. Gün geçtikçe eriyordu. Hasret dedikleri şey ona ölümden beter geliyordu.
"Miran," diyerek yanına oturan adama göz ucuyla dahi bakmadı. Başı yavaşça sağ omzuna düştüğünde elinden iki aydır bırakmadığı fuları biraz daha sıktı avuç içinde. Onundu. Kokusu hâlâ üzerindeydi.
"Gitmeseydi," diye aralandı dudakları. Günlerdir ilk defa aralanıyordu. "Sevdiğimi söyleyecektim." önemli bir sır verirmiş gibi oldukça sessiz bir tonda çıkmıştı. Günlerin içinde kendine bile yeni itiraf edebildiği şeyi ilk defa sesli bir şekilde dile getiriyordu.
Boğazına oturan yumruya engel olamadı Miran. Göğsündeki acı tekrardan gün yüzüne çıktı. Yutkunamadı, konuşamadı, sustu. Konuşmaya gücü yoktu. Hoş zaten o konuşmayı seven bir adam değildi. Bir tek onun yanında sevmişti kelimeleri. Bir tek o duysun istemişti sesini. Ona konuşmak istemiş, onun ardında bıraktığı sessizliğe esir düşmüştü.
"Yokluğu bilirdim de ben sanki ilk defa kimsesiz kaldım." demesiyle gözlerinden bir iki damla yaş süzüldü. Acıları o damlalara karıştı ve seller olup boğdu içinde onu. Yaşamak istemedi. Gözyaşlarında boğulmak istedi, nefesini kesen kokuyu solumadan yaşamaya gönlü el vermedi.
"Söyleyeceksin evlat." dedi Altay elini yeğeninin bacağına koyduğunda.
Miran bacağındaki ele göz ucuyla baktı ve tiksinircesine sertçe ittirdi. Bir anda ayağa fırlamasıyla koridordaki birkaç bakış onlara doğru döndü.
"Ne zaman lan? Ne zaman?" diye bağırmasıyla Altay ayağa kalktı.
Yine başlıyordu. İki aydır olduğu gibi Miran yine kendini kaybediyordu.
Arkasındaki duvara tekme attığında bir eliyle de duvardaki cama yumruğunu geçirdi.
"Geldin dedin ki Miran buldum onu. Dedin ki Miran nerede olduğunu biliyorum. Sen beni iki aydır ayakta uyutuyorsun amına koyayım!"
"Kendine gel Miran!" diyen Altay, Miran'ı sakinleştirmeye çalışsa da Miran'ın gözü onu görmüyordu.
"Kendime nasıl geleyim? Ben, benim olanı yitirmişim. Ben nası kendim olayım?"
Ellerini saçlarına geçirip bağırmaya başlamasıyla koridorun ucundaki hemşireler koşarak onlara doğru gelmeye başladı.
İki aydır her gün yaptıkları gibi bugün de komada olan Musab'ı görmeye gelmişlerdi. Asena'nın yokluğu yetmiyormuş gibi bir de timinden bir askerinin yarı ölü halde olması Miran'ı derinden etkilemişti. Aynı şekilde hali harap olan biri daha varsa o da karaca timiydi. Komutanlarının halini gördükçe toparlanamıyorlar ve gün geçtikçe hepsi birer birer eriyordu.
"Bırakın lan! Dokunma bana." diyerek kendisini tutmaya çalışan hemşireleri hırpalayan Miran'ı Altay tutamıyordu. Sürüyle gelseler yine tutamazlardı. Çünkü karşılarındaki adamda deli gücü vardı adeta.
Hemşirenin elindeki tepsi yere düşmüş üstündeki ilaç şişeleri birer birer patlamıştı. Ani bir hareketle yerdeki cam parçasını alan Miran hemşirelerden birini kendine çekmiş ve camı kadının boğazına dayamıştı.
Elbet onu öldürmeyecekti. Tek istediği etrafındakilerin uzaklaşmasıydı.
Sol elini açmadan sağ eliyle kadının boğazına bıçağı dayadı. Sol elindeki fuları iyice sıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİDER
General FictionBizim hikayemiz bir aşk romanı değildi. Zaten biz de birbirine aşık iki insan değildik. O liderdi ve ben de sürüsünün bir üyesi. Hırslıydı. Öfkeliydi. Ve her şeyden önemlisi içinde yanan intikam ateşi gittikçe harlanıyordu. O geliyordu ve beraberin...