Hayat içindekileri kaybettiğimizde bir cehennemden farksız oluyordu. Kalbimizde büyüttüklerimizi toprağa ektiğimizde kalbimizde kalan boşluk bir ömür kabuk bağlamayan bir yara oluveriyordu. İçimiz kanıyordu, canımız yanıyordu fakat bunu bizden başka kimse görmüyor ve duymuyordu. Sevdiklerimizi alan toprak onları bize geri vermiyordu. Biz bunu bile bile hayatımıza devam ediyorduk. Mecburduk, can yakanda buydu zaten. Onların yokluğuna alışmaya mecburduk. Onların yerlerinin boşluğumu kabullenmeye alışmak zorundaydık.
"Güzel şehidimize hakkınızı helal ediyor musunuz?"
Haşa biz kimdik de ona olan hakkımızı soruyorlardı. Asıl o bize hakkını helal eder miydi? Eğer burda olsa ardından bahsedilen 45 saniye için bize hakkını helal eder miydi? Onun yokluğunu kabullendiğimiz için bize hakkını helal eder miydi?
Ederdi. Musab öylesine güzel yürekli biriydi.
"Helal olsun." dedim içime kaçan sesimle. Gitmişti. Gelmeyecekti. Belki şansımız varsa biz onun yanına gidebilirdik.
"Komutanım iyi misiniz?" diyen Maral'a gözümdeki güneş gözlüğünün altından kısa bir bakış attım. Başımı onaylarcasına sallarken kalbim ve aklım aksi olduğunu haykırıyordu. Canım öylesine yanıyordu ki.
Musab'ın tabutunu erkekler omuzlarına alınca Maral'ın kolundan tutup onlara doğru ilerledim. Tabutun önüne geçip masanın üzerindeki çerçeve içindeki Musab'ın resmine uzun uzun baktım. Ters çevirip göğsüme yapıştırdığımda başım dik bir şekilde yürümeye başladım. Ardımda en önde tabut omuzlarına Miran ve Atalay vardı. Kollarımın arasındaki resme iyice sarılıp yürümeye devam ettim.
"Şehitler ölmez vatan bölünmez." Nidaları ile peşimden gelen kalabalığa dönüp bakmadım. O kalabalığın içinde Musab'ın ailesi yoktu. Bu acı gerçek içime bir hançer misali saplandığında derinde yutkundum.
Mezarlığa girdiğimizde gözlerim dolmaya başlamıştı. Nasıl olacaktı ki saçının teline kıyamadığım kardeşimi kara toprağın altına koyacaktım. Kazılmış mezarı gördüğümde sol gözümden bir damla yaş düştü. Önümden ilerleyen ve fotoğraf çeken gazetecileri Maral uzaklaştırdı. Kazılı mezarın etrafına doluştuğumuzda kucağımdaki resmî kendime çevirdim. Uzun uzun baktım.
Sağ elimle resmî yavaşça okşadığımda dudaklarımdan birkaç sevgi dolu nida döküldü.
Miran'ın "Karaca!" diye bağırması ile tüm tim üyeleri hazır ola geçti. Sol gözümden bir damla süzüldüğünde Boğaz'ımdan firar etmek isteyen hıçkırıkları dizginlemeye çalışıyordum.
"Musab her daim Karaca'nın bir üyesi olarak kalacak. Kardeşinize olan son görevinizi yerine layıkıyla getireceksiniz."
Yerden eline aldığı küreği önce Fatih'e uzattı. Fatih gözyaşlarına hakim olamadan küreğe uzandı.
"Kardeşim kalk gidelim." Dedi küreğe toprak doldurmadan önce. Canının acısını içimde öyle büyük hissediyordum ki.
Küreğin ucuyla attığı toprak bile tonlarca ağırlık bırakmıştı yüreğine.
Atalay aldı ardından küreği. Bir şey söylemeden birkaç kere toprak attıktan sonra diğer tim üyelerine uzattı küreği. Sırasıyla herkes toprak attıktan sonra Maral aldı küreği.
"Karaca'nın diğer üyelerine selam söyle kardeşim."
Duyduğum cümleyle kalbim tekledi bir an. İçimde oluşan burun hisse engel olamadan bi adım öne çıktım. Küreği bu sefer ben alacaktım. Timimin en yürekli üyesine karşı son görevimi yerine getirecektim. Kucağımdaki fotoğrafı Miran'ın kolları arasına bıraktım. Küreği sıkıca kavradım.
"Karaca," dedim boğuk bir sesle. Yüzümde okunan tek duygu kindi. "Kardeşinize intikamının alınacağına dair söz vereceksiniz!"
Esas duruşa geçen Karaca timi selam durarak son bir kuvvetle bağırdılar.
"Söz komutanım!"
Derin bir nefes aldım ve küreğe doldurduğum toprağı canımdan bir parça bırakarak mezarın içine attım.
"Unutma Karaca; yiğitlerin sonu olmaz. Onlar ebedidir."
Arkamdan gelip elini omzuma atan Miran'a bakmadan kafamı omzuna yasladım. O şekilde ne kadar kaldık bilmiyordum. Bir süre sonra kalabalık dağılmış ve biz Karaca timi olarak başabaş kalmıştık. Bir üyemiz toprağın altında olsa bile hepimiz buradaydık.
Yavaşça Musab'ın mezarının yanına oturdum. Miran da benimle beraber oturunca tekrardan kollarının arasına girdim.
"Gitti," diye mırıldandım yalnızca ikimizin duyabileceği bir tonda.
Artık gözyaşlarımı tutmuyor hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Hıçkırıklarımı yuttukça boğazım düğümleniyordu.
"Ve bunun sebebi olan emri veren Zebaniydi."
Duyduğum şey ile kısa bir süre algılarım kapalı olduğu için ne dediğini anlayamadım.
"Elbet başka bir durum vardır. Miran böyle bir emir vermez." Dediğimde savunduğum kişi kısa bir süreli beni şaşırtsa da söylediklerimin arkasındaydım.
Miranın böyle bir şeye sebebiyet vereceğini düşünmüyordum.
"Neyini savunuyorsun o adamın? O yolladı o adamları. Adamların hatası olsa bile onun adamlarının kurşunu şehit etti Musab'ı."
Derin bir nefes verip önümdeki toprağı okşadım yavaşça. "Belki de o vermemiştir emiri."
"Ne diyorsun Hilal?" diyen Miran'a cevap vermedim.
Acısı çok büyüktü. İçindeki hırs çok büyüktü. Şu an ona ne desem kendi mahkemesinde yargılayacak ve istediği sonuca çıkaracaktı:
O yüzden sustum. Suskunluğum acımama ve ardından göz yaşlarıma karıştı.
Birkaç dakika sonra Miran ayaklandı ve bir şey demeden mezarlığın çıkışına doğru yürümeye başladı.
Bir an gitmek için ayaklanmaya kalksam da yalnız kalmasının daha iyi olacağını düşünüp geri oturdum. Belki de içindeki seslerle baş başa kalmaya ihtiyacı vardı.
"Vay be Musab," dedi Coşkun elini toprağa vururken. Hepimiz acımızı yüzümüzdeki silik tebessümle yaşıyorduk. Çünkü biliyorduk ki o çok güzel bir yerdeydi.
"Şu an burada eminim. Karaca timini yalnız bırakmaz o." diyen Maral'ı başımla onaylarım.
Derin bir nefes alıp tebessümle yanıt verdim, "Karaca timinin ilk üyesiydi o. Ben ve Miran bile henüz bu timi kurmak hakkında tam emin olmamışken o çıkıp gelmişti. Günlerce askeriyede bizim karar vermemizi beklemişti."
Aklıma gelen anılar ile hafifçe güldüm. Canım Musab, gülüşü kendinden güzel Musab.
Seni unutmayacağız Musab.
Söz veriyoruz seni asla unutmayacağız.
Unutanın kanı kurusun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİDER
General FictionBizim hikayemiz bir aşk romanı değildi. Zaten biz de birbirine aşık iki insan değildik. O liderdi ve ben de sürüsünün bir üyesi. Hırslıydı. Öfkeliydi. Ve her şeyden önemlisi içinde yanan intikam ateşi gittikçe harlanıyordu. O geliyordu ve beraberin...