Şu hayatta şüphesiz en yakından ölümle tanışmıştım. En acı gerçeğiyle ölüm yanımda durmuştu. Sevdiklerimi ellerimin arasından alıp kara toprağının misafiri etmişti. Canımı en çok ölüm yakmıştı. Ve şüphesiz ruhum bir tek ölüme alışmak istememişti. Göz yaşlarım ve gönlümdeki kor ateş günden güne ölüme alışacak gibi olsa da içimde bir yerler bu gerçeği kabul etmek istemiyordu.
Canım yanmıştı elbet. Ama ben demiştim; canımı yakanın canını alırım. Dinlememişlerdi beni. Anlamak istememişlerdi belki de. Madem öyle yaptıklarının bedelini ödeyeceklerdi. Her kim olursa olsun liderin sınırlarını aşmanın bedelini ödeyecekti.
Gece görüş gözlüğümü gözümden çıkarıp arkasına saklandığım çadırın yanına iyice sindim. Yüzümdeki burnuma kadar çektiğim boyunluğu düzelttim. Gelmiştim işte. Beni çağıran, sahtekar olduğuna inandığım adamla yüzleşmeye gelmiştim. Ona asla inanmıyordum. Biliyordum ki o, şeytanın ta kendisiydi. Söylediği yalanlara kendini bile inandırmış, oyunculukta üstüne yoktu.
Silahımı kavrayıp kimsenin olmadığı meydana çıktım yavaşça. İşte oradaydı. Karşısındaki manzarayı izliyor ve hiç sesi çıkmıyordu. Saat gece üç sularıydı. Buraya gelirken epey zorlanmış o yüzden bu saate kalmıştım. Burada ondan başka pek kimse yoktu. Olanlarda uyumuşlardı zaten. Şaşırtıcıydı doğrusu, böylesine azılı bir teröristin hiçbir güvenlik önlemi olmadan dağ başında kalması.
"Hoş geldin lider!" dedi arkasına bakmadan. Demek anlamıştı geldiğimi. Sesimi çıkarmadan olduğun yerde durmaya devam edince arkasını döndü. Elimde gördüğü silah ile elini ağzına götürerek şaşırma numarası yaptı.
"Biraz gerginsin sanırım."
Silahımı iyice kavrayıp ona doğru birkaç adım attım. Aramızda bir iki metre vardı ki yürümeyi bıraktım.
"Buraya verdiğin emrin bedelini ödetmeye geldim."
Söylediğim şeyle kaşları Derince çatıldı. Gözleri anlam vermek istercesine üzerimde dolaşırken bir adım bana doğru yaklaştı.
"Tam olarak hangi emirden bahsediyorsun?"
Maskemi yavaşça indirip tek kaşımı kaldırdım.
"Askerimi evimden, benim yanımdan aldırma emrin."
Hafifçe güldü ve ardından elini havaya kaldırdı. "Sen o mevzuyu diyorsun. Eğer emri vereni bulursan bana da söyle. Beraber bitiririz işini." Diyerek arkasını döndü. Az önce oturduğu masanın yanına yaklaştığında yerde duran demliği eline aldı ve masanın üzerindeki iki bardağın birine çay doldurdu.
"Çay içer misin? Bence içersin." Diyerek ikinci bardağı da doldurduğunda iyice gerilmiş bir vaziyette yanına yaklaştım.
"Dalga mı geçiyorsun lan?"
Bağırarak konuşmamın üzerine o oldukça sakin bir şekilde bana döndü. Tek kaşı havalanmış bir vaziyette konuşmaya başladığında benim sabretmeye gücüm kalmamıştı.
"Neden emri verenin kim olduğunu çok kıymetli Erdem albaydan öğrenmiyorsun?"
Erdem Albay mı?
Bu adam Erdem Albayı da nerden çıkarmıştı şimdi
"Hani beni dinlemiyorsun, gerçekleri duymak istemiyorsun. Git o zaman, o anlatsın sana."
İçimden sabır çekerken aynı zamanda da söylediklerini tartıyordum beynimde. Bu ne demekti?
Erdem Yiğitalpin onun verdiği emirle ne alakası vardı?
"Ne saçmalıyorsun sen?" diye sordum elimi masaya vururken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİDER
General FictionBizim hikayemiz bir aşk romanı değildi. Zaten biz de birbirine aşık iki insan değildik. O liderdi ve ben de sürüsünün bir üyesi. Hırslıydı. Öfkeliydi. Ve her şeyden önemlisi içinde yanan intikam ateşi gittikçe harlanıyordu. O geliyordu ve beraberin...