Merhabaaalar. Yeni bölümle karşınızdayım. Nasılsınız efendim keyifler nasıl?
oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.
"Komutanım ama lavaş yemezseniz olmaz ki." diyerek tabağıma lavaş koyan Sezer'e yandan bir bakış attım. Elimi yüzüme doğru hava yapsın diye sallarken gözüm, önündeki lahmacundan iştahlı bir ısırık alan Mirzat'a kaydı.
Hangi ara bu hale gelmiştik biz?
"Komutanım bunlar doymuyor mu ya?" diyerek haklı bir isyanda bulunan Maral'a ümidim tükenmiş gibi baktım.
"Valla doymuyorlar."
Toplantıdan sonra kaynaşmamız için iyi olacağını düşünerek hep beraber yemeğe çıkma kararı almıştık. Nerede yemek yiyeceğimize karar vermeye çalışırken Sezer bir anda ortaya atlamış ve sizi çok güzel bir yere götüreceğim, demişti. Ona güvenmek bir hata mıydı işte orası meçhul. Bizi alıp Adana mutfağının hâkim olduğu, buram buram Adana kokan, yerlerinden masalarına kadar Doğu kültürüne hitap eden bir yere getirmişti. Gerçi ben hizmet eden garsonların şalvar giydiğini gördüğümden beri şaşırmıyordum. Hatta öyle ki az önce mekân da şarkı olarak 'Adanaya Gidek Mi?' adlı bir eser çalıyordu.
Sanırım Sezer'in peşine takılmadan önce Adanalı olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekiyordu.
"Gençler yeter midenizi bozacaksınız artık." diyerek uyardığım tim üyeleri beni umursamadan yanlarına çağırdıkları ve artık resmen esirleri haline getirdikleri garsona sipariş veriyorlardı. Adam kendini geri çekmeye çalıştıkça iyice içimize giriyordu.
"Karışma çocuklara." demeye çalışsada ağzı dolu olduğu için ne dediği anlaşılmayan Mirzat'a ters ters baktım.
Komutanları ne ki askerleri ne olsun!
Kaçıncı siparişlerini verdiklerini saymayı bırakalı çok oluyordu. Akşama hastanede olacağımıza yemin edebilirdim o derece çok yemişlerdi.
Elimi yelpaze yapıp yüzümün önünde salladım tekrardan. Artık nefes alamıyordum, sanki onlar yedikçe benim mideme giriyordu da soluğum kesiliyordu. Mutfağı açık bir yer olduğu için et kokuları doğal olarak yüzümüze vuruyordu. Bu nedenden dolayı içerisi o kadar sıcak ve havasızdı ki.
"Gidek gidek gel gidek. Adana'ya gel gidek." diyerek eline aldığı peçeteyi sallamaya başladı Coşkun.
"Coşkun uymayın şu Sezer'e." dedim ayranımın son kalan yudumunu alırken.
"Öyle demeyin komutanım. Hem siz kadayıfın tadına baktınız mı?" dedi Atalay.
Hayır gerçekten şu ortamda buraya ait olmadığı en belli olan kişi Atalay iken onun bu derece ortama adapte olması beni çok şaşırtmıştı.
"Hayır Atalay. Midemde yer kalmadı. Sizin gibi zorlamıyorum midemin kapasitesi dolunca bırakıyorum ben."
Masadaki herkes gülmeye başlayınca bende sinirden gülmeye başladım.
"Musab çiğköfte ye aslanım." dedi Mirzat elindeki çiğköfte tabağını masanın öbür ucuna iterken.
"Yok artık ama." dedi Maral dayanamayarak.
Aslında ilk başta normal seyrinde yemeye başlamışlardı. Ardından yedikleri üçer porsiyon lahmacundan sonra bir de kebap söylemişlerdi. Ben ve Maral şaşkınlığımızı üstümüzden atamamışken Fatih cağ kebap istiyorum diye tutturmuştu. Fakat müessesemizde böyle bir yemek bulunmadığı için gaza gelecek olmuşlardı ki daha fazla şey sipariş etmeye başlamışlardı. Mezelerden, içeceğine kadar masaya her şeyi sipariş etmişlerdi. Üstelik bulamadıkları şeyleri karşı dükkândan sipariş ediyorlardı. Köfte, çiğköfte, pilav, döner, baklava, sütlaç, ızgara çeşitleri, iskender... Aklınıza gelebilecek her şey vardı şu an masada.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİDER
General FictionBizim hikayemiz bir aşk romanı değildi. Zaten biz de birbirine aşık iki insan değildik. O liderdi ve ben de sürüsünün bir üyesi. Hırslıydı. Öfkeliydi. Ve her şeyden önemlisi içinde yanan intikam ateşi gittikçe harlanıyordu. O geliyordu ve beraberin...