Merhaba, ben geldim. Bundan birkaç yıl önce acemilik eserim olan ilk hikayemi yazarken ve bu platformda yayınlarken de şu an hissettiğim kadar heyecanlıydım elbet. Ancak şu anki sabırsızlığım ve içimdeki hissiyatı sizlere anlatamam. Ben buradayım ve bir süre burada olacağım gibi gözüküyor. Hepiniz hoş geldiniz. İyi okumalar dilerim:) C.G
Başlama tarihinizi bırakmak isterseniz-->
'Sessizce, kimsesizce..."
Kalbimin ağrısına karşı gelebilmek, zihnimin içinde dönen ve susmak bilmeyen seslere karşı gelebilmekten çok daha zormuş, bilmezdim.
Sol göğsümün üzerinde hissettiğim keskin sancı yediğim onca kurşunun acısına bin basardı, buna yemin edebilirdim. Ellerimden kayıp gitmiş olan hayatım, kimsesizliğim, sessizliğim bu sancının sebebiyken birde üstüne yuvamdan ayrılmıştım.
Kendimi, kendimden habersizce bulduğum büyük şehrin sokaklarına sığdıramıyordum. İçime sığmak bilmeyen benliğim, avucuma bırakılan çocukluğumdan daha çok yakıyordu canımı. Sahi insanın en çok yara aldığı kişi kendisiydi. Bunu acı bir şekilde öğrenmiştim. Hayat öğretmişti...
Elimde tuttuğum valizimi daha sıkı kavradım. Fazla bir eşyam yoktu, olanlarda ufak bir el valizine sığmıştı. Kimsesiz bir adamın ne kadar eşyası olabilirdi ki zaten... Adımlarımı yavaşlattığımda önümde durduğum koca binaya hem öfke hem özlemle baktım. Yıllarımı verdiğim, benden yıllarımı çalan binaya karşı derin bir iç çekmekle yetindim. Ne bir adım atıp kapısından girdim ne de arkamı dönüp vermek üzere olduğum karardan vazgeçtim.
Büyük bir hırs ile bastıran yağmur, Ankara'nın kaldırımlarına düşüyor, düştüğü yeri inletiyordu. İçimi temizlemesini istediğim yağmur bedenimden öylece akıp giderken sertçe yutkundum.
Ne yapıyordum ben?
Benden hayatımı çalan bu yere geri dönmüştüm. Bunu yapamazdım. Kendime yediremediğim gerçekler içimi yerken arkamı döndüm. Nereye gideceğimi bilmiyordum belki ama burada da kalmayacaktım. Bir adım atmışken duyduğum ses kaskatı kesilmeme sebep oldu.
"Babana selam vermeden mi gideceksin, Miran Mirzat?"
Kalp atışlarım yağmur kadar hızını arttırmışken arkamı dönmeye cesaretim yoktu. Yıllar önce kaçtığım, geçmişim dediğim adam tam arkamda duruyordu. Yüzünü görmesem bile yüzünde ki gülümsemeyi hissediyordum. Kalbim göğüs kafesimi delmek istercesine hızlı atarken bedenimi esir alan geçmiş, vücudumu uyuşturuyordu. Hava mı soğuyordu? Yoksa ruhum, bedenimi mi terk ediyordu?
Yüzümde ki özlemi silip yerine ifadesiz bir bakış ekledim. Usulca arkamı döndüğümde karşımda sırılsıklam olmuş bir adam vardı. Gözlerinde ki babacan tavır, tebessümü ve dik duruşuyla tam bir albaydı.
Albay Erdem Yiğitalp.
Beni büyüten, besleyen, eğiten adam. Babam yerine koyduğum, babamın can dostu. Yıllar önce sırtımı döndüğüm, geçmişim ile beraber yaktığım adam...
Kollarını açıp bana doğru gelmeye başladı. Ağlıyor muydu yoksa sadece yağmur damlaları mıydı yüzündekiler bilmiyordum. Tek bildiğim bu adamı özlediğimdi. Kollarıyla omuzlarımdan tutup beni göğsüne doğru çekti. Boğazıma oturan yumru yüzünden yutkunamazken içimde bir yerde canlanan bir şeyler olduğunu hissettim. Yıllar önce üzerine toprak attığım adam, bir sarılışı ile eski duygularımı meydana çıkarmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİDER
General FictionBizim hikayemiz bir aşk romanı değildi. Zaten biz de birbirine aşık iki insan değildik. O liderdi ve ben de sürüsünün bir üyesi. Hırslıydı. Öfkeliydi. Ve her şeyden önemlisi içinde yanan intikam ateşi gittikçe harlanıyordu. O geliyordu ve beraberin...