Bir şey diyeyim mi bomba gibi bir bölüm oldu.
Burnumu dolduran keskin kokuyla yüzümü buruşturdum. Gözlerimi hafifçe aralamak istediğimde ortamın aydınlığına alışamamış olan gözlerim yanarak bana güçlük çıkarmıştı. Birkaç saniyenin ardından gözlerim ışığa alışınca bakışlarımı etrafta gezdirdim. Odamda tektim ve buraya nasıl geldiğimi anımsamıyordum.
"Annem," diye mırıldandığımda zihnime yavaş yavaş düşen kısa kesitlerin bir rüyadan ibaret mi olduğunu anlamak istiyordum.
Yavaşça yatakta doğrulduğumda kulağıma gelen konuşma sesleriyle yataktan kalkıp odamın kapısına doğru ilerlemeye başladım. Duyduğum sesler telefonda konuşan birinin sesiydi. Kapıdan çıktığımda bu sesin Miran'a ait olduğunu kısa bir sürede anlayabilmiştim. Salondaki Amerikan camın önünde telefonla konuşuyordu, sesi oldukça kısık çıkıyordu. Ve dahası konuştuğu kişi her kimse ona öylesine odaklanmıştı ki beni fark etmemişti bile.
Tam ona seslenip varlığımı belli edeceğim sırada telefondaki kişiye söylediği şeyle bu durumdan vazgeçmiştim.
"Hilal şüphelenmeye başladı. Bakışları hep üstünde. Nasıl çıkayım geleyim yanına?"
Duyduklarımla içimde bir şeylerin değiştiğini hissettim. Bu duygu aynı şöyleydi; yıllarca aynı rafta durmuş etrafı toz bağlamış değerli fotoğrafların birer birer o raftan düşerek paramparça olması gibi.
Kalbimin kırıldığını en derinlerinde hissediyordum. Miran benden bir şey saklıyordu ve bu her neyse öğrenmemem için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Üstelik acı olan kısım beni bunu yeni fark ediyor olmamdı. Dediği gibi ondan şüphelenmiyordum. Fakat ne hikmetse o böyle düşünerek kendini ele vermişti.
"Tamam, geleceğim. Söz veriyorum Hilal'i atlattığım an orada olacağım."
Duyduğum her bir kelime kalbime hançer misali saplanırken gözümden düşüp yeri boylayan bir damla yaşa engel olmadım. Ancak her zaman yapmadığım bir şey yaparak gözümden düşen damlanın ıslaklığını sildim. Ağlamayacaktım çünkü ben ağlanacak bir durumda değildim.
Şayet eğer Miran gözüktüğü gibi beni kandırıyorsa ağlayacak kişi o olacaktı.
"Öhm." diye bir ses çıkararak varlığımı belli ettiğimde Miran panikle arkasını döndü. Karşısında beni gördüğünde aceleyle telefonunu cebine soktu.
"Canım," diyerek yanıma yaklaştığında yüzümü inceliyordu. Sanırım onu duyup duymadığımı anlamaya çalışıyordu.
Elimle saçlarım geriye atıp "Kiminle konuşuyordun?" diye sorduğumda hiç duymamış gibi yaparak "Neden kalktın sen?" diye sormuştu.
"Ne yapsaydım ebedi yatağa mı mâhkum kalsaydım?"
Verdiğim cevapla hem şaşırmış hem de endişelenmişti. Onun bu halini umursamadan mutfağa doğru ilerledim. Buzdolabını açıp sürahiyi elime aldığımda o da çoktan yanımda bitmişti. Bir su bardağı alıp bana uzattığında bir bardağa bir ona bakmış ardından fazla dikkat çekmek istemediğimden bardağı elinden almıştım. Suyumu doldurup içtiğimde aklımda sadece ne yapmam gerektiği vardı.
Annemin mevzusuna odaklanmaya çalıştım ve bu mevzuyu bir süre sineye çekmeye karar verdim. Elbet bir kirli çamaşır varsa ortaya çıkardı. Hiçbir yalan kendi gizli deliğinde ebedi kalmazdı.
Miran sandalye çekip mutfaktaki küçük masaya oturdu. "Babamla konuştuk annenin en son görüldüğü mağaraya bir operasyon düzenlenecek."
Yanaklarımı şişirip derin bir nefes verdiğimde başımla hafifçe onaylamıştım. Bu olaya sandığımdan daha çabuk inanmıştım. Çünkü o kadar şey yaşamıştım ki bu olay bana şu an mutluluk dışında hiçbir duygu yaşatmıyordu. Ne şaşırabiliyordum ne bağırıp neden diye haykırabiliyordum. Bir merak vardı elbet, içinde öfkeyi barındıran bir merak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİDER
General FictionBizim hikayemiz bir aşk romanı değildi. Zaten biz de birbirine aşık iki insan değildik. O liderdi ve ben de sürüsünün bir üyesi. Hırslıydı. Öfkeliydi. Ve her şeyden önemlisi içinde yanan intikam ateşi gittikçe harlanıyordu. O geliyordu ve beraberin...