11

481 25 15
                                    

Tolstoy'unda dediği gibi: "Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir."

Biz bu hikâyede hangi konumdaydık bilmiyordum. Bu bir hikayemi bundan bile emin değildim. Yaşanılanlar herhangi bir aşk hikayesi değil de gizem ile dram karışımı bir romandan alıntı gibiydi. Zaten bizim içerisinde olduğumuz bir romanın aşk romanı olma ihtimali yoktu. Nasıl olabilirdi ki?

Bakışlarım camın dışında kayıp giden caddeleri, binaları bulduğunda bir kere daha ne kadar güzel bir coğrafyada yaşadığımızı anlamıştım.

Sonunda Mardin'e gelebilmiştik. Sahiden de kitaplarda anlatıldığı gibi cümlelere, sayfalara sığdırılamayacak bir şehirdi. Sınırlarından girer girmez insanı etkisi altına alan bir havası vardı. Bu atmosfere hemen adapte olmuştuk.

"Mardin kapısından atlayamadım." diyerek şarkı söyleyen Atalay ile adaptasyon sürecinin kısalığını bir kere daha anlamıştım.

"Sus artık be adam! Azıcık sus ya. Yol boyu ne sustun ne yerinde durdun." diyerek isyan eden Maral ile arkamı döndüm. Beni görünce olduğu yere sinen Atalay'a tepkiyle, "Delirtmişsin lan kızı. Delirtmediğin bir o kalmıştı onu da delirtmişsin. Ne o komutanının izinden mi gidiyorsun?" dedim. Ben söylenmeme devam ederken elindeki navigasyondan kafasını kaldıran Miran'ın bakışları beni bulmuştu.

"Ya arkadaşım konu nasıl hep bana gelebiliyor? Atalay yüzünden ben nasıl laf işitiyorum Hilal ya?"

Onun bu tepkisine gülmek istesem de kendimi tutup ciddi bir şekilde söylenmeye devam ettim.

"Erkek milleti değil mi hepiniz aynısınız işte."

"Hay ağzınıza sağlık komutanım. İçimden geçenleri söylediniz." dedi Maral.

"Öyle mi teğmenim?" diyen Miran ile Maral boğazını temizledi. Ne diyeceğini bilemeyen bir tonda kekelemeye başlayınca duruma el attım.

"Gitme kızın üstüne yoluna bak."

Miran el frenini çekti geldiğimizi belirtircesine. Bakışları beni bulduğunda ağzından sadece sabır nidaları dökülüyordu. Ona bir şey demeden saçımı savurup arabadan indim. Önümüzdeki arabadan inen Coşkun koşarak yanıma geldi.

"Komutanım ayaklarımız uyuştu ya. Mola vermeden gelmek hanginizin fikriydi?" tepkiyle ve merakla sorduğu soruya benden önce arkamdan bir ses yanıt verdi.

"Benim fikrimdi Coşkun. Hayırdır bir sorun mu var?"

Coşkun ile göz göze geldiğimizde yutkunduğunu bariz bir şekilde görebilmiştim.

"Yok komutanım ne sorunu. Hatta ben diyecektim ki ne muhteşem bir plan. Zaman tasarrufu için bire bir."

Onlara göz devirip sonunda önünde olduğumuz binayı incelemeye başlamıştım. Dış cephesi beyaz olan binanın cam çerçeveleri ise siyahtı. Dışarıdan oldukça sade görünen binanın kendine has bir havası vardı. Küçük -bahçe bile denilemeyecek kadar küçük- çimlik bir alana sahipti. Çiçeklerle süslenmiş kapıdan içeri girdiğimde yerdeki taş süslemeli yola adım attım. Binanın giriş kapısına kadar takip ettiğim yolun etrafı küçük ışıklarla aydınlatılmıştı. Binanın ışıklandırması oldukça güzeldi.

Binanın kapısının açılmasıyla sensörlü ışık yanmıştı. Ben kapıdan çıkacak kişiyi beklerken belimde hissettiğim kasılmış eller gerildim. Omzumun üstünden baktığımda Miran'ın yanımda olduğunu gördüm.

İşittiğim "Hoş geldiniz." sözüyle belimdeki elde biraz daha sıkılaşmıştı. Miran'ın durduk yere böylesine gerilmesini ve kendince korumacı bir tavra bürünmesi anlamsız gelmişti.

LİDERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin