Selaamlaar ahali burada mısınız? :)
Bir aydan fazla olmuş bölüm yazmayalı ve inanın yazdığım en acemi ve basit bölümlerden biri oldu. Gidişata bakın siz ben sonra halledicem burayı.
"Maalesef, kendisi konuşamıyor."
"Konuşamıyor.
Beynim içinde yankılanan cümle ile karardığını hissettiğim gözlerimi yumdum. Miran beni hemen kolumdan yakalayıp kendine çektiğinde benim içimde anlam veremediğim hisler peyda olmuştu.
Ne demek konuşamıyordu?
Gözümü açıp anneme baktığımda acı içindeki harelerinin boncuk boncuk gözyaşlarıyla dolduğunu gördüm. Ona şaşkınlıkla bakarken tekrar doktora döndüm.
"Bu da ne demek?"
Doktor sıkıntıyla derin bir nefes verdi. "Sanırım bu konuyu bir psikolog ile konuşsanız daha sağlıklı olur. Geçmiş olsun."
Yanımdan geçip odadan çıkan doktorun arkasından şaşkınlıkla bakakaldım. "Ne demek ya açıklasan doğru düzgün!" diye bağırarak kapıya yöneldiğim sırada Miran beni belimden tutum gövdesine yapıştırdı. Kulağıma doğru eğildi. "Onu korkutuyorsun." dediğinde bunu annemi kastederek dediğini anlamıştım. Yavaşça arkamı döndüğümde onu korkutmaktan çekinircesine anneme doğru yaklaştım. Gözlerinden birkaç damla yaş süzülürken ben hayret içinde kendime soruyordum.
O benim annemdi, benden nasıl korkardı?
"Ondan çekindiysen bak gitti. Konuşabilirsin." dedim uysal ve sevecen bir tonda. Annemin gözyaşları hızlanırken ben artık sinirlenmeye başlıyordum. Bir insan nasıl olur da konuşamazdı?
Karşımdaki kadın benim annem olamazdı. Benim annem hiçbir şeyden korkmayan, cesaretiyle bana ilham olan bir kadındı. Oysa şimdi karşımda duran kadın...
"Ne oldu sana böyle?" diye sordum yatağının ucuna otururken. Çok şey merak ediyordum ama sorularımın hiçbirine cevap alabileceğim bir muhattabım yoktu. Canımı da bu yakıyordu zaten. Herkes her şeyi biliyordu, işin sonunda en çok benim canım acıyordu. Ama konu açıklama yapmaya gelince herkesin dili lal oluyordu. Onların dili değil kalpleri lal olmuştu. Simsiyah kalplerinin artık vicdanlarını fısıldayacak gücü yoktu. İşte bu da tanrının onlara bir cezasıydı.
"Cevap versene anne!" diye bağırdığımda annem korkarak geriye doğru sinmişti. O kadar zayıftı ki yastıkların arasında yok olmuştu.
"Sevgilim hadi gel biz biraz hava alalım."
Başımı iki yana sallasam da kalktım ve odadan çıktım öylesine hızlı yürüyordum ki Miran'ın arkamdan koştuğunu anlayabiliyordum.
Kaçmak istiyordum.
Geçmişimden, bugünümden ve en önemlisi de kendimden.
Ben artık savaşmak istemiyordum. Ben artık asker olmak istemiyordum.
Savaşların içinde yıpranmıştım ve ben artık bunu kaldıramıyordum. Karanlıklar arasında yalpalayarak yürümek istemiyordum. Kaderimin uzun yolunda bir ağacın dibine oturup sadece yolu izlemek istiyordum.
Koşarak bahçeye çıktığımda yanından geçtiğim tim beni böyle görmenin şaşkınlığı ile arkamdan bağırıyordu. Hastanenin bahçesine çıktığımda bir an duraksadım. Kafamı gökyüzüne kaldırıp hafif ve yavaş hareketler etrafımda döndüm.
Ben kimdim ve neredeydim?
Gözlerimin kısa bir an kapandığını ve uzaklardan bazı seslerin bana ithafen bağırdığını duydum. Biri beni çağırıyordu. Kimdi ve neden sesi bu kadar uzaktan geliyordu. Kimdim ve neden buradaydım?
"Yeter!" diye haykırdım gökyüzüne. "Yeter!" diye bağırdım bu sefer daha yüksek bir sesle.
"Yeter, yeter, yeter!"
"Hilal," diyen Miran'ı umursamadan daha yüksek bir sesle çığlık attım. Beni zapt etmeye çalışanların yüzlerine bakmıyordum.
Ben kimdim ve neredeydim?
Kulağımı dolduran uğultular içimde bir fırtına koparıyordu ve ben bundan kaçamıyordum. Ellerimle kulaklarımı kapattığımda içimde bir yerde birisinin olduğunu ve öylesine güçlü bir çığlık attığını duyabiliyordum ki elimde olsa şu an burada hem onu hem kendimi vururdum.
O sensin Hilal, dedi içimden bir ses.
"Sus!" diye bağırdı bedenim. Zihnim, hayallerim ve korkularım ona eşlik etti.
"Susun!" diye haykırdım. Etrafımdakiler deli olduğumu düşünüyor olabilir miydi?
Ben delirmiş miydim?
"Onu tutmamıza yardımcı olursanız sakinleştirici ilaç vuracağız."
Gözlerim sesin sahibine döndüğünde bedenimin uyuştuğunu hissettim. Beni tutmak için üzerime doğru bir adım atan Miran ile dünyanın öbür ucuna kaçma dürtüsüyle bir adım uzaklaştım.
Benim ilaca değil, normal bir hayata ihtiyacım vardı.
Miran dalgınlığımdan faydalanıp kolumu kavradığında çığlık atarak kolumu elinden kurtardım. Bu hareketim onun afallamasına sebep olduğunda gözlerimdeki yaşların hızı arttı. Birkaç hemşire karşımda beni izlerken gözlerimi kapattım.
Boğazımdan bir hıçkırık firar ettiğinde hemşireler beni kollarımdan tuttular. Ellerinden kurtulabilecek hatta hepsini yok edebilecek bir güç ve beraberinde hırsa sahip olsam da teslim oluyormuşçasına hareketlerimin şiddetini azalttım. Tam hemşirenin iğnesi koluma girmiş, ben çırpınmayı bırakmışken kulağımı en az bir aslan kükremesi kadar keskin bir ses doldurdu.
"Ne yapıyorsunuz lan siz?" bağırarak yanımdaki hemşireyi kolundan tutup hafifçe savuran Doğu ile kısılan gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Yüzümü ellerine aldığı sırada ikimizin duyabileceği bir tonda mırıldandı.
"Sakın gözlerini kapatma." bu söz bir emir niteliği taşısa bile benim gözkapaklarımı açık tutacak gücüm yoktu. Başım hafifçe omzuma düştüğünde Doğu ani bir hareketle ellerini dizlerimin altından geçirip beni kucağına aldı.
"Gözlerini kapatma kızım." diyordu hızlı adımlarla hastaneye girdiğinde. Başımı göğsüne yasladığımda gözlerim hafifçe kapanıyordu.
"Aslanın yavrusunu sahipsiz bulmuşlar." dedi sessizce. Bir küfür mırıldanıyormuş gibi hırslı ve hiddetliydi sesi.
Bir anda Doğu'nun sendelemesi ile gözlerimi zar zor araladım. Ciğerime batan nefesim canımı yakmaya başlamıştı.
Gördüğüm bir çift öfkeyle kavrulan hâre Mirandan başkasına ait değildi. Anlında beliren damar içindeki öfkenin en büyük göstergelerinden biriydi.
"Miran," diye mırıldandım başımı zar zor kaldırırken. Miran'ın aralanan dudakları benim sesimle beraber kapanmış ve kolları hafifçe bana uzanmıştı.
Kolumu kaldırıp ona uzattığımda Doğu'nun bakışlarındaki sinire şahit olmuştum. Kollarımı Miran'ın boynuna doladığımda kulağımı dolduran sesleri daha fazla anlamlandırmaya gücüm yoktu. Ve sanırım bir süre de olmayacaktı. Derin bir nefes alarak önce gözlerimi ardından ruhumu karanlığa teslim ettim..
Bu Doğu ne ayak dediğinizi duyar gibiyim. Sakin olun be bir. Miran'ım da Miran'ım siz merak etmeyin ;)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİDER
Ficción GeneralBizim hikayemiz bir aşk romanı değildi. Zaten biz de birbirine aşık iki insan değildik. O liderdi ve ben de sürüsünün bir üyesi. Hırslıydı. Öfkeliydi. Ve her şeyden önemlisi içinde yanan intikam ateşi gittikçe harlanıyordu. O geliyordu ve beraberin...