Anlattıklarımın bitmesi ile yavaşça dudaklarımı ıslattım. Anlatırken o ana tekrar gitmiş; çayı damağımda, manzarayı göz bebeklerim de dahası Miran'ı en içimde hissetmiş, tekrar yaşatmıştım zihnimde. Derin bir nefes alıp yanımdaki adama döndüm.
"Yani," diye mırıldandı. Dudakları aralanıp tekrardan kapandığında gözleri avucundaki künyeyi buldu. "O adam benim babam olabilir mi?"
Yüzümde silik bir tebessüm oluştuğunda karşımda omuzları çökmüş ancak göz bebeklerinin ufak bir umut dalgasıyla aydınlandığı adama baktım uzun uzun. Yüzleşmek istemediği gerçek her ne kadar can acıtsa da içinde bir yerde büyümek istemeyen küçük çocuğu besliyordu. Ve doğrusu o her ne kadar kabul etmese de Miran'ın babası çıkmasını istiyordu.
"Bunu kime soracağımızı biliyorum." dedim dizinin üstüne koyduğu elini elimin arasına aldığımda. Serçe parmağını kavrayıp ayağa kalktım, peşimden o da ayaklanınca yüzümdeki tebessümle bize doğru cevapları verebilecek olan kişiye doğru ilerlemeye başladım.
Evden çıktıktan sonra kapıyı kapatmadan aşağı indik. Altay amcanın kapısına geldiğimizde bakışlarımız birbirine değdi. Ne o çaldı kapıyı ne de ben. Ne o yüzleşmek istedi ne de ben ona göstermek. Sol gözümden bir damla yaş düştüğünde karşımda yalnızca beş yaşında bir çocuk görüyordum.
Sağ elim havalanıp kapının ziline ulaştığında derin bir nefes alıp zile bastım.
İçeriden gelen adım sesleri ile içimdeki heyecan artarken elini tuttuğum adam ise titriyordu.
Miran Mirzat karşımda tirtir titriyordu. Gözümün önünde gerçekleşen bu durumu biri bana gelip anlatsa yalnızca gülmekle yetinirdim. Heybetiyle dağları korkutan adam bir çocuk gibi titriyordu.
Ah Miran, dedi içimden bir ses.
Ah benim çocuk yanım.
Kapı aralandığında Altay amcanın bakışları bizi buldu. Kapısında adeta küçük çocuğunu şikayete gelmiş bir anne edası ile duruyordum. Yeşil hâreleri Miran'ı bulduğunda kaşları Derince çatıldı.
"Oğlum, Miran'ım, neden ağlıyorsun aslanım?" diye sorduğunda iki eli çoktan Miran'ın omuzlarına yerleşmişti.
"Amca," dediğinde Miran, ardı gelmedi. Ağzından tiz bir hıçkırık firar ettiğinde boynu bir Gül edasıyla büküldü. Bariz Altay amca onun bu halini gördükçe acı çekiyordu. Bir adım geriye çekilip hayran olduğum ikiliyi izlemeye başladım.
Altay amcayı çok seviyordum. İlk gördüğüm anda içimde ona karşı büyüttüğüm sevgi gün geçtikçe kat be kat artmıştı. Ben kaçırıldığım zaman canını riske atıp aracın arkasına saklanmıştı. Arabanın plakası sahte olmasa beni bulabileceklerini ben söylemişti Miran. Bunu duyduğumda ona karşı bir minnet peyda olmuştu içimde.
"Babam," dedi Miran. Duyduğu hitapla kaşları çatılan Altay Amca, karşısındaki genci omuzlarından tuttuğu gibi hafifçe salladı.
"Ne olmuş babana?"
Miran bakışlarını yerden kaldırıp karşısındaki adamın gözlerinin içine baktı. "Babam," dedi tekrardan. "Babam beni buldu."
Miran Mirzat oğlunu bulmuştu.
Miran Mirzat soyadıyla var ettiği oğlu Alpay'ı bulmuştu.
Ve bu saatten sonra artık intikam için direnen tek bir isim olmayacaktı bu savaşta.
Bu saatten sonra iki Miran vardı.
Ve ikisinin bedeli de çok ağır olacaktı.
"Ne?" diye soran Altay amcanın sesini çalan telefonum kesti. Bakışlarına yerleşmiş şaşkınlık açık bir şekilde bu konu hakkında bilgisi olmadığını gösteriyordu. Elimi cebime atıp telefonu çıkardığımda ekranda gördüğüm Fatih yazısı ile nedense kalbimde ince bir sancı oluştu. İçime düşen garip duyguya anlam veremezken çalan telefona uzun uzun baktım.
Birkaç çalmanın ardından parmağım ekrandaki yeşil simgeyi buldu. Basmaya içim el vermezken aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma koydum.
"Komutanım," diyen çatallaşmış sesi duyduğumda aldığım nefes boğazımı tıkadı.
Aklıma gelen şey ile az önce yatışmış olan göz yaşlarım tekrardan yerini buldu.
"Musab." İsmi döküldüğünde dudaklarımdan telefonun karşısından ufak bir hıçkırık sesi geldi. Gözlerim faltaşı gibi açıldığında Musab ismini duyan Miran yanıma gelmişti.
"Başımız sağolsun komutanım." Diyen Fatih ile gözlerimi yumdum.
"Hayır," diye mırıldandım kendimin bile duyamayacağı bir tonda.
"Hayır,hayır." dedim bu sefer daha yüksek bir tonda.
Telefon elimin arasından kayıp yeri boyladığında ciğerlerimi dolduran nefesim yetmemeye başlamıştı.
"Musab," diye bir feryat döküldüğünde dudaklarımdan beni taşıyamayan dizlerim nedeniyle olduğum yere çöktüm.
"Musab!" diye tekrar bağırdığımda içimdeki acının haddi hudutu yoktu.
Canımı yitirmiş gibi hissediyordum. Açımın tarifi yoktu.
"Hilal," diye mırıldanan Miran'a bakamadım. Ne halde olduğunu görmek istemedim. Çünkü biliyorum ki onun hali benimkinden de beterdi. Onun içinde büyüttüğü acıyı görseydim yaşayamazdım. En büyük güç kaynağım o'yken ben onun yıkıldığını görürsem ayakta duramazdım.
Gözlerindeki yaşlar hızını arttırdığında dudaklarımdan firar eden cümle benden bağımsız dökülmüştü ruhumdan.
"Vatan sağolsun."
Vatan, dedi içimden bir ses.
Vatan; gençliğinin baharında yar koynuna baş koymadan şehit düşenlerdir.
"Miran," diye bir feryat döküldü dudaklarımdan. Haykırmak istedim acımı.
"Allahım." diye bağırdım. "Allahım sen gönlümüze ferahlık ver."
Canım Musab...
Canım Miran, sen ağladıkça benim içim acıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİDER
General FictionBizim hikayemiz bir aşk romanı değildi. Zaten biz de birbirine aşık iki insan değildik. O liderdi ve ben de sürüsünün bir üyesi. Hırslıydı. Öfkeliydi. Ve her şeyden önemlisi içinde yanan intikam ateşi gittikçe harlanıyordu. O geliyordu ve beraberin...