Nasıl bir bölümdü nasıl yazdın diye gelin bir de bana sorun..
İyi okumalar diler, oy ve yorumlarınızı beklediğimi bir kez daha söylemek isterim.
'O kadar kolay değil bu,
Sakladığın bir şeyler var.
Ellerini kaçır, tamam ama
Gözlerinde ayrılıklar.'
Radyodaki şarkı bir müddet sonra canımı sıkmaya başladığı vakit hafifçe uzanıp sesini kıstım. Artık yalnızca melodi dolduruyordu kulaklarımı ve ben bana ızdırap çektiren sözlerine tahammül etmek zorunda kalmadığım için oldukça mutluydum.
Son günlerde -ondan ayrıldığımdan beri- her şeyde onu buluyordum sanki. Bu yaklaşık üç gündür böyle sürüyordu ve ben bu durumdan sıkılmıştım. Onunla ayrıldığımdan beri kendisiyle karşılaşmamak için elimden geleni yapıyordum ve bunu oldukça güzel bir şekilde başarıyordum. En son birkaç yağmur damlasının altında bakmıştım gözlerine, ilk gördüğüm günde bırakmıştım onu. Acı bir dejavu yaşatmıştım sanırım bize.
Kendimi cesur zannetsem bile bu süreçte anlamıştım ki ben ne cesur bir kadındım ne de yürekli. Ne telefonlarına ne bağırışlarına ne de kapımı çalışlarına bir yanıtım vardı ve ben çareyi kaçmakta bulmuştum.
Onu mu yoksa kendimi mi cezalandırıyordum bilmiyordum fakat ikimizin de içinde alev alev yanan bir hasret ateşi olduğunun farkındaydım. Ben onu ardımda bıraksam bile sanırım henüz onu terk edememiştim. Bunun en büyük kanıtı da parmağımdaki yüzüğümdü.
Yüzüğümü çıkarmayı denemiştim ancak tam parmağımdan süzüldüğü anda yüreğime giren sancı, yüzüğün ait olduğu yerde olduğunu basbas bağırır nitelikteydi. Bir yüzük bile bana bağıra bağıra bir şeyleri anlatıyordu. Ben görebildiğim bu gerçekten kaçarken aslında sürekli bu çıkmaz sokağa giriyordum.
Miran benim en güzel çıkmazımdı. Sonu olmayan ışığıyla ıssız sokağıma aydınlık olandı.
Miran benim imkansızları olduranımdı.
Miran benimdi.
Şimdi uzun bir yolda tek başıma gidiyordum. Bu yolun sonunda her şeyin başlangıcı duruyordu. Yalnızdım fakat bu doğduğumdan beri böyleydi. Alışkın olduğum bu gerçek içimi titretirken içimden acımasız bir ses yükselip duruyordu: 'Alışmış olman lazımdı Asena.'
Bu yolun sonu hikayemizin en büyük kötüsüne çıkıyordu.
Erdem Yiğitalp'e...
Sanırım gerçekten bir romanda olsak ve yahut bir masala konu olacak kadar efsanevi bir hayatımız olsaydı o kesinlikle en kötü karakter olurdu. Siyaha bürünmüş yüreğinde yetiştirdiği haset çiçekleriyle başrol prensesi zehirleyen bir büyücü olabilirdi belki. Ya da ağzından çıkardığı alevlerle prensi yakmaya çalışan bir ejderha?
Çok az kalmıştı onun yanına ulaşmama. Ankara sınırlarına girmiştim ve bu şehrin kasvetine yeniden kapılmıştım. Onun nerede olacağını bir tek ben biliyordum. Herkes yanıla yakıla onu ararken ben, en başından beri bir kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordum onunla. Ne de olsa onun en savunmasız yanı bendim ve kendini büyük zannedenler hep en savunmasız yanlarıyla yıkılmıştı bu fani dünyada. Ben bu savaşı başlatanın yanına giderken yüzüme vuran bazı gerçekler nefesimi kesiyordu adeta.
Bu yolun sonu aslında başında yatıyordu. Ne şehirler ne insanlar...
Bu hikâye iki kişiye aitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİDER
General FictionBizim hikayemiz bir aşk romanı değildi. Zaten biz de birbirine aşık iki insan değildik. O liderdi ve ben de sürüsünün bir üyesi. Hırslıydı. Öfkeliydi. Ve her şeyden önemlisi içinde yanan intikam ateşi gittikçe harlanıyordu. O geliyordu ve beraberin...