Son birkaç bölüm. Çokça heyecaann:)
Hayatımın çeşitli dönemlerinde yapayalnız kaldığımı hissetmiş hatta belirli bir yaştan sonra bunun kaderimin bir parçası olduğuna inanıp kendimi bu gerçeğe inandırmıştım. Fakat şu an karşımda duran ve vereceğim tepkiyi bekleyen dört adam kadar hiçbir şey beni ömrümde bu kadar yaralamamıştı. Aslında düşününce kimse onlar kadar canımı yakmamış hatta biraz daha detaylı düşündüğümde onlar olmasa normal bir hayatım olabileceği ihtimali bile aklıma gelmişti.
Normal ve sıradan bir hayat.
Gözlerim Miran'ın gözlerine değdiğinde yavaşça başını eğdi. Bu ben her şeyi biliyorum demekti. Sol gözümden bir damla düşüp yeri boyladığında bakışlarım bir süre yerdeki yapraklarda dolandı. Onun bir bakışı kadar yakmamıştı hiçbir yalan içimi. Bir tek ona inanmış ve güvenmiştim.
Herkes giderdi ama o liderdi. Fakat anladığım kadarıyla lidere bile güvenmemem gereken konular vardı.
Başımı kaldırıp Doğu ile göz göze geldiğimde mahcup bir şekilde o eğdi bu sefer başını. Histerik bir gülüş peyda oldu dudaklarımda. Acının tatlı tebessümü denilen şeyin gerçek olduğunu bir kez daha görmüş, yaşamıştım.
"O silahı indirirsen sana her şeyi anlatacağım." diyen Aslan ile tek elimi havaya kaldırarak iki yana salladım.
"İnanır mısın hiç merak etmiyorum. Gerçekten anlatacaklarınızın hiçbir detayını duymak dahi istemiyorum. Ben sizi artık görmek bile istemiyorum." diyerek silahımı belime takarak arabama doğru ilerlemeye başladım. Doğu'nun yanından geçerken usulca yaklaştım.
"Bana kardeş huzurunu hissettirmişken bu saatten sonra düşmanım bile olamazsın Yüzbaşıoğlu!"
Başını hafifçe bana çevirdiğinde gözlerinin kızarmış olduğu dikkatimden kaçmadı. Ona iğrenircesine bir bakış atarak yürümeye devam ettim. Arabanın önüne geldiğimde arkamdan biri koşarak geldi ve tam kolumu tutacağını hissettiğim an hırsla arkamı döndüm. Göz göze geldiğim eşime sert ve net bir tonda, "Sakın!" diye sitem ettim. Gözlerim artık benden ayrı bir bağımsızlık ilan etti ve birkaç damla yaş yanaklarımdan süzülürken yalvarırcasına fısıldadım.
"Sakın..."
Alt dudağı titrerken son gücü ile elini kaportaya dayadı. "Beni sensizlikle sınama Hilal, yalvarıyorum."
Tereddütle başımı yere eğdiğim sırada göğsüme saplanan acıyla hafifçe sendeledim. Beni tutmak için atıldığında bir adım geriye çıkarak uzak durması için elimi öne doğru uzattım. Başımı arabaya geç dercesine sağa yatırdığımda bunu bir fırsat olarak görüyor olacak ki hiçbir şey demeden arabaya bindi.
Sürücü koltuğuna oturduğumda bakışlarım teker teker beni izleyen adamlara değdi. Kafamı çevirip arabayı çalıştırdım ve orman yoluna girdim.
Ana caddeye çıktığımda ikimizde konuşmuyorduk. Kafam o kadar dağınıktı ki girmem gereken yolu iki kere kaçırmıştım ve biraz daha böyle giderse kaza bile yapabilirdim. Bu detayı göz ardı ederek gaza biraz daha yüklendim. Nihayetinde artık kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktu. Canlarımızı da verirdik ne olacaktı ki.
"Konuşmak istemediğine emin misin?"
"Duyacağım hikâyeyi biliyorum Miran. Aynı şeyler; seni korumak istedim, hep yanındaydım ama gelemedim..."
Miran derin bir nefes vererek oturduğu koltukta biraz daha yayıldı. "Gerçekten merak ediyorum, buraya gelirken aklından ne geçiyordu?"
Alaycı bir şekilde güldüğümde aslında bu sorunun cevabını tam olarak kendimin bile bilmediğini fark etmem çok uzun sürmedi. Bir şeyler ile yüzleşmekten bu kadar bıkmışken neden yeni bir yükün omuzlarıma yükleneceğini bile bile bu yola çıkmıştım ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİDER
General FictionBizim hikayemiz bir aşk romanı değildi. Zaten biz de birbirine aşık iki insan değildik. O liderdi ve ben de sürüsünün bir üyesi. Hırslıydı. Öfkeliydi. Ve her şeyden önemlisi içinde yanan intikam ateşi gittikçe harlanıyordu. O geliyordu ve beraberin...