Yemekten sonra beraber aşağıya indik. Gökhan arabasının kapısını açıp oturmam için bekledi. Ona kısa bir bakış attıktan sonra geçip oturdum. Az sonra sürücü koltuğuna yerleşti ve BMW-sini çalıştırdı. Aklımı kurcalayan bir soru vardı, o da bizim mahallede oturan ve oto-yıkamacı çalıştıran bir adam için dışarıdaki hayatının nasıl bu kadar lüks olabildiği ile alakalıydı. Sadece bunu ona sormaya çekindim, belki de oteller, restoran kapatmalar bir günlük bir şeydi.
"Araban çok güzelmiş," diyerek lafa girmeye çalıştım. O ise kibarca teşekkür etti. İfadesi sözlerine zıttı ve benim için gizemini hâlâ koruyordu. "Oto-yıkama haricinde başka bir işin var mı?"
"Hayır, neden sordun?"
"Şey," diye geveleyerek düşünürken omzunun üzerinden bana sorgular niteliğinde bir bakış attı. "Sadece bir mahallenin içerisinde olan ve pek de işlek olmayan bir araba yıkama yerinin geliriyle böyle bir araba, restoran kapatmalar ve hatta ikinci defa da bir otelin restoranını kapatmak... Bana biraz uçuk geliyor."
"Benden şüphe mi ediyorsun?" diye sorunca ne diyeceğimi bilemedim, şimdi hayır demek yalan olacaktı. "Senin çevren kadar benim de çevrem var, bunu saklanmak gibi algılama sadece her hangi bir dostumun ya da akrabamın beni bir kızla görmesini istemem. İhtimalleri azaltmak için kapatmak zorundaydım. Para gelir gider, canımız sağolsun. Değdi."
"Bir daha böyle bir şey yapma, yani bir yemek için bu kadar para harcamana gerek yok."
"Yavrum sıkma sen canını, bunları konuşmayalım."
"Tamam." dedim ancak içimde değişen hiçbir şey olmadı. Sanki tüm şehir bizim arkadaşımız veya akrabamız mı? Bizi görmeyecekleri bir mekân illa ki bulurduk. Cebimde yetmiş lira var, adam restoran kapatmış umrunda değil! Ama benim umrumda, yazık lan paralara!
"Bir sorum daha var," diyerek sessizliği bozdum. Aslında fazlaca ciddi ve konuşkan olmayan birine benziyordu ancak bana oldukça ılımlı cevaplar veriyordu.
"Sor yavrum."
"Gelecek pazar doğum günüm, hani sordun ya ne zaman diye. Neden sordun?"
Evet, bugün bunu ona ikinci soruşum ancak henüz tamin edici bir cevap alamadım.
"O gün gelsin, öğrenirsin."
"Ben şimdi öğrenmek istiyorum." dediğimde arabayı bir anda sağa çekti ve karanlıkta otoyolun kenarında beraber öylece kaldık. Nedensizce gerildim ve yavaşça ona doğru döndüm.
Yan dönüp bir elini oturduğum koltuğun tepesine koydu ve üzerime doğru eğilince iyice küçüldüm. Benden fazlasıyla iriydi ve düşünüyorum da, üzerime uzansa... Nefessiz kalabilirdim. Sapık mısın Esra?
"Bence kendini hazırlamalısın," derken sesi ve karanlık bakışlarındaki o ışıltı nefesimi kesti. "Doğum gününde seni öpebilirim."
Ona bir şeyler söyleyebilmeyi çok isterdim fakat kalbim ağzımdaydı ve dilimi yutmuş gibiydim. Gerginlik, korku ve heyecan, üçünü aynı anda yaşatıyordu. Sadece susup yutkundum ve o, yavaşça geriye çekildi.
Hava soğuk olmasına rağmen ensemden ter damlıyordu resmen. Bu adam benim tüm dengelerimi alüst ediyordu. Yaşıtlarımın bana böyle davranmayacağı âşikârdı, tıpkı onlardan bu kadar etkilenmeyeceğimi bildiğim gibi.
Mahallenin girişine vardığımızda, "Ben burada ineyim," diyerek onu durdurmaya çalıştım.
Ancak, "Ne münasebet," diyerek arabayı sürmeye devam edince, korku tüm vücudumu sardı. "Şu karanlıkta seni yalnız bırakamam. Biraz daha ileride inersin, korkmana gerek yok."
Evet hava karanlıktı ve ben de bir sokak köpeğine veya her hangi birine rastlamaktan korkuyordum ama bunların hiçbiri mahallenin diline düşmekten veya Murat'ın bizi görmesinden daha korkunç olamazdı.
"Lütfen, burada ineyim." diyerek koluna dokunduğumda, koluna dokunan elime ve gözlerime bakarak arabayı durdurdu. "Teşekkür ederim, her şey için."
"Teşekkürler benden sana, beni reddetmediğin için." dedi o güzel sesi ve bakışlarıyla. Ona birkaç saniye öylece baktım, nutkum tutulmuş gibiydi.
Ancak mahallede olduğumuzu hatırladım ve hemen elimi kapının kulpuna attım. "İyi akşamlar." diyip kapıyı açtım ve hemen inip kapıyı kapattıktan sonra arabadan birkaç adımda hızlıca uzaklaştım.
Bakışlarım etrafta gezindi, hava kötüydü, daha doğrusu yağmurlu ve bu sebeple dışarıda hiç kimse yoktu. Herkes sıcacık evlerine çekilmişti ve ben de bir an önce kendimi eve atsam iyi olacaktı. Omzumun üzerinden geriye baktığımda, onun da benimle beraber yavaş yavaş geldiğini gördüm. Arabada değildim ama yine bir şey değişmemişti. Ben apartmana girene dek beni öylece takip etti.
Bu normalde hoşuma gitmesi gereken bir şey olabilirdi fakat şuan beni sadece geriyordu. Çünkü fazla sahiplenici ve kıskanç biri hissiyatı veriyor. Dediğim dedik bir tip gibi. Ben de öyleyim. Anlaşır mıyız onu bilemiyorum.
Evin kapısını anahtarımla açıp girdiğimde saat henüz sekiz idi. Yani bizimkiler evde olmasa da onların izin verdikleri saatten daha geç dönmemiştim. Zaten bu havada bağlasalar dışarıda durulmaz da... Murat'ın ayakkabıları yoktu, henüz dönmemişti. Kapıyı kapatıp hızlıca odama geçtim ve hemen ışığı yakıp, gri eşofman altımı ve siyah uzun kollu tişörtümü aldım. Işığı geri kapattıktan sonra üzerimdekileri çıkarıp onları üzedime giydim ve saçlarımı gelişigüzel toplayıp, penceremin oraya gittim.
Perdeyi ve pencereyi de açtıktan sonra karşı pencereye baktım. O henüz eve gelmemişti. Biraz üşüdüğüm için pencereyi kapatıp, sadece perdeyi açık bıraktım ve yatağa oturup telefonumu elime aldım.
Ben: Nereye gittin?
Patron: Karşıya bak.
Başımı kaldırıp oraya baktığımda, pencerenin orada durup bana baktığını gördüm. Ona gülümsedim ve hemen postürümü düzelttim.
Ben: İyi, aferin.
Patron: Yanımdayken böyle konuşamıyordun, uzaklaşınca sana bi' cesaret geliyor galiba.
Ben: Diyelim ki, yanında seninle böyle konuştum. Deli gibi kızdırdım, hiç sevmediğin şeyleri yaptım, kötü sözler söyledim. Ne yaparsın?
Tuzak soru.
O mesajı yazarken ben onu izledim. Geçip tekli koltuğa yayıldı ve yazmaya devam etti.
Patron: Kendini altımda bulursun.
Gözlerim kocaman açıldı, hatta bacaklarım istemsizce titredi ve başımı kaldırıp dehşet içinde ona baktım. O ise telefonunu kenara bırakıp, gözlerimin içine bakarak gömleğinin düğmelerini birer birer çözmeye başladı...
...
Yıldıza dokunmayı unutmayınız💞
ŞİMDİ OKUDUĞUN
666
Teen FictionPatron: Yanımdayken böyle konuşamıyordun, uzaklaşınca sana bi' cesaret geliyor galiba. Ben: Diyelim ki, yanında seninle böyle konuştum. Deli gibi kızdırdım, hiç sevmediğin şeyleri yaptım, kötü sözler söyledim. Ne yaparsın? Patron: Kendini altımda...