***
"Bunu alalım, şunu alalım, onu da alalım. Ay şu da güzel, bunu da dene!" diyerek bir sürü kıyafeti kucağıma tutuşturmuştu ve hepsini denememi bekliyordu."Bak sıcak zaten, hepsini giyemem Tuana! İki tane seç arasından, onları deneyeyim."
"Tamam şu siyah, bir de yeşil olanı dene. Bak bu sana çok yakışır." Kucağımdaki elbiselerden ikisini seçip diğerlerini de kollarımdan aldı ve diğer iki elbiseyi kucağıma tutuşturdu. "Hadi bakıyım, göreyim seni!"
Kabine girip önce siyah elbiseyi giydim. İnce askılı sade bir elbiseydi, fakat o kadar kısaydı ki... Yok, ben bunu giyersem Gökhan beni bu gece hamile bırakır.
Diğer elbiseydi denedim. Bu fazla kısa değildi, diz kapağımın biraz üzerinde, yine ince askılı, gözlerimin renginde bir elbiseydi ve saten kumaşı sayesinde serin tutuyordu. Bunun yanı sıra üzerimdeki duruşunu çok beğendim.
Kabinden çıkıp Tuana'ya baktım.
"Güzel mi?"
"Güzel de ne demek? Muhteşem! Harikanın da ötesinde! Çok yakışmış... Sanırım biraz duygulandım."
Dayanamayıp ona sarıldım.
"Hayır, şşhh... Henüz bir yerde gitmiyorum! Merak etme, benden böyle kolay kurtulamayacaksın."Kahkahası yankılandı.
"Deli, bırakma, gitme de zaten. Henüz çok erken..."İçimde ukte kalan hayallerim vardı, onları daha fazla ertelememek için.
"Biliyorum, henüz çok erken."
***
Akşam annemler geldiğinde, Murat'ın dağılmış yüzünü sordular. Bir kenarda durmuş ona bakıyordum. "Önemli bir şey yok, sokak kavgası" diyerek geçiştirmeye çalıştı ama babam tarafından azarlanmaktan kurtulamadı.
Annemi mutfağa çağırıp konuştum ve durumu ona izah ettim. Yani henüz sadece söz keseceğimizi, üniversite bitene kadar da evlenmeyeceğimizi söyledim. Tepkisi şöyleydi.
"Bu işler uzatmaya gelmez kızım, senin iyiliğin için diyorum. Uzatırsan, sıkılır adam. Evlenme öncesini ne kadar kısa tutarsan o kadar iyi. Madem iyi bir ailenin oğlu, işi gücü de yerinde, kaçırma o hâlde."
Evet, bana verdiği nadide nasihat böyleydi. Haklı ve haksız olduğu konular vardı. Şöyle ki, uzayıp giden ilişkiler de ihanetler olabiliyor, taraflar birbirine duygusal hasarlar verebiliyordu. Bu yüzden gözüm korkuyordu ancak mecburdum. Beni çaresiz bırakanlar da onlardı.
Annemi ikna ettim, o da babama anlatırken, ben odama kapanmıştım. Gece annem odama gelince heyecanla yüzüne baktım.
"Konuştum, yarın gelsinler. Aslında önce bi' tanıyalım demişti ama Murat Gökhan'ı pek bi' övdü." Diyince şaşırdım.
Murat? Gökhan'ı? Övdü?
O odadan çıktıktan sonra bir süre öylece boşluğa baktım. Murat kendini affettirmeye mi çalışıyordu? Neydi bu şimdi?
Gece odamdan çıkıp onun odasına girdim. Kapıyı açıp içeriye baktığımda, altında sadece eşofmanıyla yatakta yatmış tavana bakıyordu. Nedense çok pişmanlık çekiyor gibi hissettim. Hani kanından birinin ne hissettiğini daha iyi anlarsın ya, bu da öyle bir şeydi işte.
Kapıyı kapatıp sırtımı yasladığımda, yeşil gözlerini bana çevirdi ama çok da kıpırdamadan öyle yatmaya devam etti.
"Sen Gökhan'ı mı övdün?"
"Babam Gökhan'ı tanıdığımı biliyor, kendisi de tanıyor. Yalandan iftira atamazdım, öyle değil mi?"
"Ha tanımasa atacaktın yani?"
"Seni ona vermek istemediğimi mi düşünüyorsun?"
"Evet..."
"Doğru düşünüyorsun."
"Neden?"
"Seni kullanıp atacak."
"Adam parmağıma yüzük takmaya geliyor, sen hâlâ kullanıp atacak diyorsun. Sen nasıl bi' yüzsüzsün Murat?"
"Yüzük takmakta ne var Esra? Bi' yüzüğü takar, işini görür sonra o yüzüğü atar. Erkek için zor bi' şey değil bu ama kadın için öyle mi? Kullanılmışlık. Hem de sevdiyin tarafından. O duyguyu hissetmeni istemem."
Histerik bir gülümsemeyle, "Ben o duyguyu zaten biliyorum," dedim.
"Hayır, ben sana bir şey yapmadım."
"Yapacaktın, zehirlenmesen yapacaktın!"
Sustu ve bir süre tavanı izledi. Bir anda doğrulup oturdu ve ayaklarını yere basıp, bir sigarayı dudaklarının arasına bıraktı.
"Neyse, ben gideyim."
"Kal," dedi, "gitme."
"Neden?"
"Sadece onunla değil, bir başkasıyla da evlenmeni istemiyorum."
"Anlamadım? Neden? Ne var bunda Murat? Sen değil miydin adam gibi evlen diyen. Ben usülüne uygun davranıyorum işte. Siz beni bu kadar sıkmasanız ben zaten-"
"Çünkü seni kıskanıyorum."
Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.
"Sen... Sen bunu dün gece de... Nasıl ya? Sen tozun etkisinde değil miydin? Bana... Öz kardeşine bunu...""Yeter!" diye gürleyerek ayağa kalktı ve soluğu yanımda alınca, kapıya yaslandım. "Değilsin! Hiçbir şeyim değilsin! Hiçbir bağımız yok! Kardeşim fan değilsin, anladın mı?"
"Mu... Murat... Sen neler diyorsun?"
"Duydun işte," dedi acımasız bir ifadeyle, "şu ana kadar hissetmemen garip zaten. Sen babanın... Yani daha doğrusu, babamın arkadaşının çocuğusun. Annen baban ölünce, sana da biz baktık."
Beynim algılamıyordu.
"Murat ne saçmalıyorsun? Bu da yalanlarından biri, değil mi? Yalan söylüyorsun!""Değil Esra, yalan değil. Şu büyük yeşil gözlerin olmasa, belki bir yetimhanede büyürdün. Hiç almazdılar seni..."
Onun gözlerine baktım. Öylece durup benimkiler gibi yeşil olan büyük gözlerine baktım. Başımı iki yana salladım.
"Yalan söylüyorsun."
"Hiçbir konuda yalan söylemedim."
"Deff ol git!" Diyerek ittim ve kapıyı açtım ama elini sertçe kapıya vurarak kapattı ve nefesi kulağıma döküldü.
"Seni kimseye veremem... Babanın babama sözü vardı Esra, seni bana emanet etti. Seni bana verip gitti..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
666
Teen FictionPatron: Yanımdayken böyle konuşamıyordun, uzaklaşınca sana bi' cesaret geliyor galiba. Ben: Diyelim ki, yanında seninle böyle konuştum. Deli gibi kızdırdım, hiç sevmediğin şeyleri yaptım, kötü sözler söyledim. Ne yaparsın? Patron: Kendini altımda...