50

31 1 0
                                    


50.BÖLÜM
Yüze Vurulan Gerçekler


Duyduğum anons sesiyle gözlerimi açtım. En son Sarp'ı emzirmiş kafamı Pars'ın omzuna koymuştum sanırım içim geçmişti.

"Geldik mi?" Dedim mayışmış bir sesle "Geldik leydim" Kafamı dışarı çevirdiğimde çatılmış kaşlarla tekrar ona dönmüştüm "İstanbul değil burası!?" Gülümseyip kucağındaki oğlumuzun kafasını öpmüştü.

"Ben Pars Kandoğan'ım. Verdiğim her sözü tutarım." Gülümseyip dağılan ufak tefek şeyleri toparladım. Sonunda iniş yaptığımızda yavaşça inmiştik, gerilen kaslarımı gevşetip Sarp'ın arabasını açtım.

Üzerime giydiğim beyaz askılı elbiseyi düzeltip Pars'ın koluna girdim. Ayağıma giydiğim beyaz converselerle bakıştıktan sonra istemsizce kıkırdamıştım. "Neye gülüyorsun bakayım sen?" Üzerime eğilip sorması bütün hücrelerimi hareketlendirirken elimin altındaki siyah kumaşı sıktım. Benim aksime o siyah gömlek, siyah pantolon giyinmiş tarzından ödün vermemişti.


Bizi bekleyen arabaya ulaşmadan önümüze çıkan muhabirlerle anlık bir duraksama yaşamıştım. "Pars Bey! Alçin Hanım! Oğlunuzu Amerika'da doğurduğunuz doğru mu?" Doğurduğumuz? Pardon beyefendi o çocuğu ben doğurdum!

Kimseye cevap vermeden arabaya yerleştirdiğimizde Sarp'ı kucağıma alarak emzirmeye başladım. Sanırım bebekli hayata gittikçe alışıyordum, özellikle emzirmeye. Onu hissetmek anlatılamayacak kadar özel bir hissiyattı.

Bu dönemde eşlerin de büyük faktöre sahip olduğunu daha yeni öğreniyor gibiydim. Pars yapabildiğince bana yardım ediyordu, hatta emzirmek dışında her şeyi kendi yapmaya çalışıyor benden azar işitiyordu.

Arabanın durduğu yere baktığımda adeta nutkum tutulmuştu. Anıtkabir'e gelmiştik, oğlumuzu ulu önderimiz Atatürk'ün yanına getirmiştik.

"Çok heyecanlandım!" Dedim ellerimi bilinçsizce sallayarak. Bu hareketim Sarp'ı güldürmüş gibi sesler çıkarmıştı.

Arabadan inip Sarp'ı arabasına yerleştirdim. Pars ise bebek çantasını ve benim kol çantamı almış bekliyordu. Onun bu haline kıkırdayıp arabayı ittirmeye başladım, bir yandan etrafa bakarken bir yandan da Sarp'ı kontrol ediyordum.

Sonunda büyük yapıtın önünde durduğumuzda arabayla onca merdiveni çıkamayacağımız gerçeği ile karşı karşıya kalmıştık. Pars her zamanki gibi çözüm aramaya kalmadan kalabalıkta normal bir insanmış gibi gezen adamı durdurmuştu. Adam ne dese beğenirsinsiniz peki?!
"Emredersiniz Pars Bey"

Bizi tedirgin etmeden korumak için kalabalığın içine birçok koruma yerleştirmişti ve karşımda duran dev adam onlardan sadece bir tanesiydi!

Fazla takılmamaya çalışarak kundaktaki oğlumu sıkıca sarmaladım. Pars bir eliyle belime destek verirken uzun merdivenleri bitirmiştik.

İçeri girer girmez hamilelikten kalan duygusallığım vurmuş gözlerim dolmuştu. Burası ülkemizin kurtarıcısı, bugünlerimizin kurucusu Atatürk'ün ebedi eviydi.

Pars, Sarp'ı kucağımdan alıp anıta yaklaştı. Onların hemen arkasında olduğum için kocamın fısıltılarını duyabiliyordum.
"Büyü oğlum. Büyü ve binbir zorlukla kurulan bu vatana hayırlı bir evlat ol, bunu sana öğretmek benim boynumun borcu ama benden sonra o borcu ödemek sana kalacak. Babanın yüzünü kara çıkarma Sarp'ım" Gülümseyip bir kolumu beline sardım boştan kalan elimi ise oğlumun üzerine koydum.

HİRAETHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin