Merhabalar.. Eğer yorum yaparsanız, beni çok mutlu edersiniz.
Yapmazsanız da canınız sağ olsun.. 38 bölüm oldu, hala aynı şeyi yazıp duruyorum...
_________________________
Bomboş bir restoranın, Prens Einar'a ayrılmış katında yemek yemek, bugün için yaptığım planlar arasında yoktu bile.
Karşımda benim adıma da sipariş veren adama bakmamak için öyle çok çabalıyordum ki, eğer ki tüm restoranı baştan yapacak olsalar, eskisine tam uyan tarifi vermekte sıkıntı çekmezdim.
Üzerime çöken korkunç enerjisi artık yoktu. Kendini kontrol mü ediyordu? Yoksa bana artık o kadar da sinirli değil miydi? Bilmiyordum.
Tek bildiğim, Eko ve Elfida ile yaptığımız tamamen sessizlik içinde geçen yolculukta, halkanın etrafında oluşan buz yanığını görüp, artık bu konuda yapabileceğim bir şeyin olmamasına karar vermemdi. Arkasına dönüp neye baktığımı sorgulayan Elfida'nın yüzünde ve dikiz aynasından bakan Eko'nun ifadesinde de aynını görmüştüm. Yapabilecek bir şey yok.
Bu evrene geldiğimden beri, bir çok kez yalnızlıkla sınamıştım kendimi ama Eko ve Elfida'nın beni restorana bırakıp uzaklaşmalarını izlemek nedense en korkuncuydu.
Belki de bu sefer ölüm ihtimalimin, diğerlerinden daha fazla olmasındandı bilmiyorum.
Belki de Eko ve sarı gözlü güzel kadının, beni sonuna kadar savunacaklarına inanıyor olmamdı.
Görüyoruz ki, Prens Einar aynı fikirde değildi.
Kendisine, restorana ekibimle gelmek istediğimi söylediğimde bile alay eder gibi gülüp sadece başı ile onaylamıştı.
Şimdi ben restoranı baştan aşağıya incelerken, o gözlerini dikmiş bana bakıyordu.
'Ne kadar acıdı?'
Uğuldayan sesi beni kendi kendime yaptığım acıma seansından çıkardı.
'Efendim?'
'Kan içindesin.' Oldukça sakin çıkan sesine inanmak gerekir miydi? Bilmiyorum. Merak ettiği için soruyor gibi duruyordu. Hiç tanımadığım bir adamın bana acımasını istemiyordum. Benim kendim dışında biri tarafından acınmaya ihtiyacım yoktu. Ayrıca 'Ne kadar acıdı?' iyi niyet aramak için yetersizdi.
'Ufak bir kaza. Ciddi bir şey değil.'
İnanmadığı o kadar açıktı ki, sanki çok gülünç bir bahane sunmuşum gibi gülümsedi. İçten değildi. Daha çok şey der gibiydi. – Sen kime yalan söylüyorsun?-
'Her şey ne kadar çabuk planların dışına çıkıyor değil mi?' diye sormasının altında yatan imayı anlamakta zorlandım. Neyden bahsediyordu?
'Evet. Planlarım arasında bugün sizinle yemeğe çıkmak yoktu.' Benim kendimi tutamadan ağzımdan kaçırdığım bu cümle ise Prens Einar'ı eğlendirmişe benziyordu.
'Ne zaman için planlamıştınız?'
'Şahsen böyle bir planı isteyerek yapacağım bir günü göreceğimi sanmam.'
Cevabım karşısında, kırmızı gözbebeğinin renginin siyaha çalıyor gibi olduğunu görsem de, sadece göz kırpmalık bir zaman diliminde saçmalamaya başladığımı fark ettim.
'Sizi burada zorla mı tuttuğumu mu düşünüyorsunuz?' diyerek bana soru yönelten adama cevabım, masaya gelen yemek servisi yüzünden sekteye uğradı.
Masaya tabakları yerleştiren garsonun neredeyse yerlere eğilerek verdiği selama karşılık, ikimizde birbirimize bakan gözlerimizi çekmemiştik. Garson mesajı almış gibi kaybolduğunda, katta yalnızca ikimiz kalmıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NOUS
FantasyBir ayin sonucu, kendimi bir başka evrende buldum. Geri dönmeyi asla düşlemedim. Başka bir evreni; bir fırsat, özgürlüğüme açılan bir kapı olarak görmüştüm. Daha sonra işin rengi değişti. Türümün bu evrende kraliyet-kölesi olduğunu öğrendim. Ger...