Sabah kahvaltı odaya geldiğinde, çoktan uyanmış ve yatağı askeri nizamda düzeltmiştim. Kahvaltıyı getiren görevli kadın, bana şişleri veren kadınla aynı kadındı. Kendisine şişleri vermek istediğimde, artık yavaş konuşulunca az da olsa anlayabildiğim ana dilinde, bu söylediğimi reddetmişti.
'Hediye' diyerek benim dilimde de tekrarladığında, ördüğüm hırkalardan birini ona bırakmaya karar verdim. Mor hırkayı uzattığımda inanamıyormuş gibi yüzüme bakmayı kesmesi için bu sefer ben tekrarladım.
'Hediye.'
Buraya geldiğimde öğrendiğim selamlamayı yaptığında, karşısında aynı selamlamayı tekrarladım.
Bana böyle şaşkın bakması garip değildi, beni soylu sanıyorlardı. En azından görevliler.
Gülümsediğimde, kapıyı çekip çıktı. Verdiğim mor hırka, dün üzerimde olan hırkaydı. Delinen göğüs kısmına, elimde kalan siyah ipten ve büyük bir iğneden yardım alarak bir kuzgun işlemiştim. Gün gelir de ortadan kaybolursam, o hırka yine de o kuzgunla var olacaktı.
Eliz Kuzgunoğlu. Var olmaya devam edecekti.
Küçük bir teselliydi benim için. Yara aldığım yerden, birleştirmem.
Kimi zaman ipleri, kimi zaman acımı, kimi zaman cesaretimi, kimi zaman inancımı.
Mor hırka kimi için, mor bir hırka olarak kalacaktı. Ben ise o hırkayı, kalede gördüğüm nezaketi unutmamak ve hayatta kaldığımı hatırlamak için işlemiştim.
Kahvaltı için getirilenler, dün yediklerimle alakasızdı. Ekmek, zeytin, peynir, sıcak bir kahve.
Soylu olduğum düşünülüyordu ama yine de sadece ölmeyeceğim kadar besleniyordum.
Biten tepsimi, camın önüne çekilen masada geriye ittiğimde, kapı çalındı.
'Buyurun.' Diyerek içeriye davet ettiğim kişi Atre'ydi.
Kapı girişinde duruyor ve bir davet bekliyor gibi bakıyordu.
'Atre, hoş geldin. Girsene.' Diyerek içeriye buyur ederken, ayaklanmış ve oturduğum masanın diğer tarafında duran sandalyeyi göstermiştim.
'Teşekkürler.' Diyerek kapıyı kapatıp, gösterdiğim sandalyeye oturdu. O, oturunca ben de karşısında yerimi alarak oturdum.
Gölgesi bugün yanında yoktu. Başının üst kısmından hala çıkan dumanlar görülebiliyordu ama ne aradığınızı bilmiyorsanız, fark etmezdiniz.
'Nasılsın?' diye sordum nezaketen.
'İyiyim, teşekkürler sorduğun için. Sen nasılsın? Bugün yola çıkacakmışsınız. Heyecanlı mısın?'
Konuşurken gözlerime bakmıyor ama yüzümü ezberliyor gibi kalan her noktamı inceliyordu.
Rahatsız olup, kıpırdanınca, gözlerini masaya indirdi.
'İyiyim. Oldukça iyiyim hem de. Heyecanlıyım biraz, doğru. Yolları, şehirleri, bu evrenin neler sunabileceğini merak etmiyorum diyemem.'
'Umarım, çok güzel bir hayatın olur.' Derken dilediği şeyi gerçekten istediğini anlayabiliyordum. Bu beni şaşırttı.
Ben ağzımı açmadan tekrar sordu.
'Sefr, yanına almanı gerektirecek bir şey olmadığını söyledi. Yine de sana da sormak istedim? Bir isteğin var mı?'
Bu ince düşüncesi karşısında, yine kendimi duraksar halde buldum.
'Hayır, teşekkür ederim Atre. Her şey için.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NOUS
FantasyBir ayin sonucu, kendimi bir başka evrende buldum. Geri dönmeyi asla düşlemedim. Başka bir evreni; bir fırsat, özgürlüğüme açılan bir kapı olarak görmüştüm. Daha sonra işin rengi değişti. Türümün bu evrende kraliyet-kölesi olduğunu öğrendim. Ger...