•••
Esila Soykan
Dört tabak mantının üzerine hâlâ aç olduğunu söyleyen Azra'ya, anlatamadığım türden bakıyordum. Berk ise başımda dikilmiş Azra'ya öldürecekmiş gibi bakıyordu.
''Azra kapa çeneni.'' dedi ve bana döndü. Nerede olduğumuzu ısrarla soruyordu ve Burçin'in suratındaki; 'Hepinizden tiksiniyorum' ifadesi sinirimi bozuyordu. Biraz yardım edebilir, beni destekleyebilirdi, ama kendisi de Berk'le aynı sebepten dolayı bana tavır almıştı. Neler döndüğünü bana soruyorlardı. Bilmediğim bir sorunun cevabını onlara nasıl verebilirdim ki? Olanları Berk'e anlatamazdım. Muhtemelen Uras'a gidecek ve hesap soracaktı. Gözünü kırpmadan hizmetlisini vuran bir adam, Berk'e neler yapardı bilemiyordum. Onu riske atmamak için küçük maviş yalanlar uyduruyordum. Evet, yalanlarım pembe değil mavişti. İstemsizce güldüm. Berk daha da sinirle bana baktı. Hemen ciddileşip, sinirle Burçin'e bakmaya devam ettim. Berk, sinirle bir o tarafa bir bu tarafa gidip geliyordu. Ayağımı gergin bir şekilde sallıyordum. Berk saçlarını karıştırıp;
''Son kez söylüyorum. Neler olduğunu anlatacak mısınız?'' dediğinde bıkkın bir şekilde ona baktım. Derin bir nefes alırken;
''Allah'ım sen bana sabır ver!'' diye bağırırken, mutfaktan bir tepsiyle dönen Azra'yı görünce;
''Allah'ım sen bana çifte sabır ve zengin bir koca ver.'' dedim. Zengin koca nedendi bilmiyorum, ama onu da isteyeyim dedim. Sonuçta fazla dua göz çıkarmazdı canım. Ellerimi yüzüme götürüp;
''Âmin.'' diyerek duamı tamamladım. Ne kadar imanlı ponçik bir kızım ben ya diye düşünürken, Berk'in sinirli sesi minnoş evimin duvarlarında yankılandı;
''Esila!'' diye bağırdığında, bende aynı frekansta Burçin'e bağırdım.
''Burçin!'' dediğimde, Berk sinirle derin bir nefes aldı ve kendini puflarımdan birine attı. Elleri ile yüzünü kapatıp sinirini kontrol altına almaya çalışırken, bana bakan Burçin'e ve umursamazlığına dudaklarımı okumasını işaret edip, bir sürü yaratıcı küfür saydırıyordum. Burçin omuz silkip Azra ile yemek yemeye başladığında Berk'e döndüm bende;
''Bak piercingini yediğimin tatlı maymun arkadaşı. Azra'yı almaya gittik, sonra kız kıza Azra'nın evinde biraz zaman geçirdik. Özlemişiz yani, zamanın nasıl geçtiğini anlayamamışız.'' dediğimde, Berk bana sinirle baktı ve hemen kenarda duran ceketini alıp gitti. Fazla uzatıyordu. Saçlarımı karıştırdım ve üzerime baktım. Oldukça kirli ve yağlanmış hissediyordum kendimi. Oturduğum koltuktan kalktım ve kızlara baktım;
''Hazırlanın kızlar biraz gezelim, ama öncesinde bir duşa ihtiyacım var.'' dedim ve cevap vermelerini beklemeden yukarı çıktım. İyi bir duş alacak, biraz eğlenecek ve sonra babama baskı yapacaktım. Üzerimdekileri bir çırpıda çıkarıp bir kenara fırlattım ve banyoya girdim. Aynadaki yorgun bedenime baktım. Kesinlikle dabbeyi aratmayacak bir haldeydim. Daha fazla bakamadım bu halime ve duşa kabinin içine girdim. Sıcak suyu açıp suyun altına girerken, her zamanki gibi olanları tartıp düşünmeye başladım. Buna ihtiyacım çok vardı...
***
Duşa kabinden çıktığımda, düşüncelerimi duşa kabinde bırakmış olmayı diledim ve buğulanmış aynanın önünde durdum. Hemen köşede duran bornozu üzerime geçirdim ve aynaya gülerek 'E' harfi çizdim. Daha fazla oyalanmadan banyodan çıktım ve hemen kurulanıp üzerimi giyinmeye başladım. İç çamaşırlarımın ardından, siyah İspanyol paça taytımı üzerime geçirdim. Üzerine uygun beyaz salaş bir gömlek giydim ve düğmelerini iliklemeye başladım. Yorgunluğum biraz geçmiş olsa da hâlâ yorgun hissediyordum. Komodinin çekmecesinden çoraplarımı alıp ayağıma geçirdim ve kenarda duran havluyla saçlarımı kurulamaya başladım. Saçlarımı çok sevsem de, taramak ve kurutmaktan hoşlanmıyordum. Zor açılan ve çok az bile olsa kabaran saçlarımla uğraşmayı nasıl sevebilirdim ki? Islaklığı gidince havluyu yatağın üzerine bıraktım ve aynamın önündeki tarağı alıp saçlarımı taramaya başlamıştım. Bu sefer saçlarım beni şaşırtmayı başarmış ve kolaylıkla açılmıştı. Çekmeceden kurutma makinesini alıp biraz kuruttum ve biraz kabaran saçlarımı ellerim ile düzelttim. Kurutma makinesini yerine bırakıp, saatlerimden birini koluma taktım ve makyaj yapma gereği duymadan telefonumu alıp aşağı indim. Tüm kızlar hazırlanmışlardı. Burçin sinirle ayağını ritmik bir şekilde yere vuruyordu. Kollarını göğüs hizasında bağlamış ve duvara yaslanmıştı. Beni gördüğü an sinirle bana bakmaya başladı;
''İyi ki hazırlanın dedin ya!'' dediğinde gülümsedim.
''Banyodaydım.'' dedim ve yeni gelen Selen ve Ece'ye baktım. Çisem'i görememiştim.
''Kızlar, Çisem nerde?'' dediğimde Selen gülümsedi ve;
''O bize sonradan katılacak'' dedi. Onaylar anlamda kafamı yavaşça salladım. Azra bir köşeye geçmiş uyukluyordu. Burçin'e döndüm ve;
''Bu ne yapıyor ayol?'' dedim. Mahalle karısı halime bürünmüştüm. Burçin Azra'ya baktı ve soğuk bir şekilde;
''Görmüyor musun uyuyor işte.'' dedi. Ters ters ona baktım.
''Nesin sen, No-Frost buzdolabı mı? Kafana fırlatırım vazoyu Burçin.'' dediğimde, Burçin göz devirdi. Kızlara döndüm;
''Nereye gidiyoruz?'' dediğimde; Ece ve Selen birbirine bakıp can alıcı bir gülümseme bahşettiler birbirlerine.
''Alışverişe!'' dediler aynı anda. Başımı onaylar anlamda sallayıp, Azra'nın yanına doğru yürümeye başladım.
''Pandamız iş başında yine. Bu kız benden daha çok uyuyor!'' dediğimde Burçin araya girdi. Atarlı ses tonu onu dövme hissi uyandırıyordu bende.
''En azından tehlikeli okul arkadaşlarından biri, hizmetlisini gözünü kırpmadan vururken kuzenini yalnız bırakıp uyumuyor!'' dediğinde, Ece ve Selen sözleşmiş gibi aynı anda;
''Uras Demir ve grubu mu yoksa!'' dediler. Burçin'e sinirle bakıyordum. Saçlarımı karıştırıp kendimi Azra'nın uyuduğu koltuğa attım. Burçin göz devirdi ve cool görünümünü bozmadan;
''Her ne haltsalar işte!'' dedi. Ece ve Selen birbirlerine anlayamadığım türden bakıp, kendilerini teker teker yanımdaki koltuğa attılar. Merakları yüzlerinden okunabiliyordu. Derin bir nefes aldım. Sanırım Azra gibi uyumalıydım, çünkü bilmediğim soruların cevapları yine benden istenecekti. Ece;
''Anlatsanıza biraz, noldu?'' dediğinde, Burçin'e; 'Gel anlat' dercesine baktım. Burçin yine göz devirdiğinde, yanımdaki yastıklardan birini ona attım. Yastık ayağının ucuna düşmüştü.
''Burçin oradan göz devirip durma bana! Önce o çiçeklerin saplarını sokarım gözlerine, sonra vazoyu kırarım kafanda!'' dediğimde Burçin; 'Hadi yap.' dercesine bakmaya başladı. En sonunda atarı bırakıp tam karşıma oturdu ve merakla ona bakan kızlara bakıp dudaklarını ıslattı. Saçlarını karıştırıp;
''Bu gerizekâlı kuzenim yüzünden az kalsın birinin elinde kalacaktım!'' diye konuşmaya başladı. 'Gerizekâlı Kuzenim' kelimesi üzerine ona ters ters bakmayı sürdürüyordum. Olanları kısa bir özet geçtikten sonra kızlara döndüm. Suratlarındaki şaşkınlık çok gülünesiydi. Selen şaşkınlığı üzerinden atarken;
''Poyraz Karahan. Onu gördün mü peki?'' dedi Burçin'e. Burçin biraz düşünüp;
''Aslında bakarsan isimlerini pek bilmiyorum ve umurumda da değil. O çocuklardan birini daha görmek istemiyorum!'' dediğinde, Selen'e baktım. Onu o gece kollarına bıraktığım çocuktan bahsediyordu. Burçin'e baktı;
''O Uras ve Yağız, en tehlikelileri. Duyduğuma göre okulun kazan dairesinde bir çocuğun her yerine sigara basmışlar. Çocuğu o günden sonra kimse görmedi. Denilene göre, Yağız öldürmüş.'' dediğinde, Burçin'le göz göze geldik. Nedense duyduklarım bende hiçbir etki bırakmamıştı. Biraz olsun korkmamıştım. Yapmışlardır muhtemelen, hiç doğruluğunu sorgulamadan Selen'in dediklerine inanmıştım. Selen derin bir nefes verirken oldukça ciddi bir şekilde;
''Gerçekten onlardan uzak durmanız gerekiyor. Uyarımı dikkate alsanız iyi edersiniz.'' dediğinde sıkıntıyla nefes verdim. Çok sıkılmıştım bu konudan. Tamam, üzerimde biraz güç uygulamıştı, o anda biraz geri çekilmiş olabilirim, ama cidden bu kadar korkmalarını saçma buluyordum. Kazan dairesinde yaşananlar kulağıma ürkütücü gelmiyordu. Bende tek tepki yaratmıyordu, o ve arkadaşlarının yaptıkları. Tamam, korkutucu, köşeye sindirici bir görüntüleri ve hareketleri vardı, fakat bunlar beni korkutmuyordu. Düşüncelerimi yutma kararı aldım ve kızlarla paylaşmama kararı aldım. Sebebi yorgun olmamdı, anlatamayacak kadar bitkindim. Korkmuyorum temalı konuşmayı gerçekleştiremezdim. Burçin bu durumdaki rahatsızlığını yeteri kadar belli ederken Selen'e baktı ve;
''Yok canım, almayalım biz zaten tehlikeli bad boy falan, değil mi Esila?'' dediğinde biraz durdum. Aynı okuldaydık ve korumaya yemin ettiğinden bahsetmişti. Belki asılsız bir düşünce veya his, ama o çocuklarla daha çok karşılaşacağımızı hissediyordum. Bunu Burçin'e anlatamayacağımdan gülümsedim ve;
''Tabii ki ne gerek var kötü çocuklara ayol.'' deyip noktayı koydum. Pek emin olamadım noktayı koyduğumdan, ama umarım konu kapanırdı. Onlardan herhangi birini bende görmek istemiyordum. Uras'ı her gördüğümde parmakları tekrar boğazımda beliriyor ve nefes alamıyordum. Onların da bizi görmek istediğini sanmıyordum zaten. Umursamaz bir havayla;
''Boş verin şimdi tehlikeyi falan, acıktım ben kaldırın şunu.'' dediğimde, Burçin gülümseyerek Azra'ya doğru ilerledi.
''O iş bende!'' dedi ve Azra'nın yanına geçti. Ne yapacağını anladığım an sırıtmaya başlamıştım. Azra, Burçin'in dürtmelerine karşı birkaç saniye sonra;
''Git başımdaaan!'' diye bağırınca, sesini kısıp gergin bir şekilde konuşmaya başladı. Misafirlikteki annenin çocuğunu cimcikleyerek yüzündeki gülümseme eşliğinde; 'Eve gidince göstereceğim ben sana' demesi gibiydi Burçin'in şuan ki hali.
''Kızım kalksana, çocukların önünde ayıp!'' dediğinde, Azra bir şey demedi ve uyumaya devam etti. Uykusunun kaçtığını, fakat hâlâ uyumaya devam etmek istediğini, belki gelir diye beklediğini anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Burçin belasına karşı kim uykusuna sahip çıkabilirdi ki? Burçin bu sefer biraz bağırarak;
''Siz ona bakmayın. Arkadaş kuru fasulyeyi fazla kaçırdı da ondan bu gaz sıkıntısı! Maske vereyim mi Alp?'' dediğinde, kendimize engel olamayıp kahkaha atmaya başlamıştık. Burçin inandırıcı olması açısından;
''Gülünecek bir şey yok! Kuru fasulye sonuçta, olabilir insanlık hali!'' diye bağırdığında gülmeyi kesmişlerdi, fakat dudaklarını ısırmaya devam ediyorlardı.
Birkaç saniye geçmeden arkasını döndü ve gözlerini açıp bana baktı. Yüzündeki endişe ve korku belli oluyordu. Cidden çok rezil bir durumdu. Azra'nın suratındaki ifadeler ise anlatılmaz, yaşanırdı.
''Yaptım mı öyle bir şey?'' dediğinde, Burçin'e baktım ve kafamı onaylar anlamda salladım.
''Maalesef.'' dediğimde, elleri ile gözlerini kapattı. Birkaç saniye sonra iki parmağını gözünün üzerinden kaldırıp;
''Alp yakışıklı mı bari?'' dedi. Böyle bir durumdayken, cidden rezil olduğu çocuğun yakışıklı olup olmadığını umursaması ise pek trajikomikti. Gülümseyerek Selen'e baktım ve;
''Çook'' dedim. Azra tekrar yüzünü kapattı elleri ile. Burçin, Azra'ya yaklaştı ve;
''Demek Alp'in yakışıklı olup olmadığını soruyorsun, dur da Alp cevaplasın bunu?''dediğinde, Azra ellerini yüzünden çekti ve gözlerini olabildiğince açtı ve;
''Sakın.'' dedi. Hâlâ dönmemişti onlara. Koltuğa bakarak kızarmaya devam ediyordu. Burçin gülerek cilveli bir ses tonuyla;
''Aaalp'' dediğinde, aklıma Uras'ın hizmetlisi gelmişti. Gülesim gelse de kendimi tutmayı başarmıştım. Ayak sesleri duyulduğunda nerden geldiğini anlamak için bir noktaya bakarken, sese odaklanmaya çalışmıştım. Ayak sesleri durduğunda yabancı bir erkek sesi duyuldu;
''Efendim!''
Burçin'le göz göze gelirken suratımdaki ifadeyi anlatamıyordum. Selen ve Ece'ye baktığımda kapıya baktıklarını görmüştüm. Gözlerimi kapıya çevirirken gördüğüm manzara ile yutkundum. Hâlâ, kapıya bakarken bu sefer Azra'yı ben dürtmeye başlamıştım.
''Azraa'' derken çocuğu boylu boyunca süzüp yutkundum ve devam ettim;
''Kapıda ultra yakışıklı bir çocuk dururken, kapıya kıçını dönüp suratını saklamaya devam edersen dizlerini dövebilirsin...'' derken, pür dikkat kapıdaki meteora bakıyordum. Azra birkaç dakika içinde kalkıp saçlarını düzeltti ve bana baktı. Gözlerimi takip edip çocuğu bulduğunda, çocuk hepimizin ona baktığından emin olduğu an, koskocaman bir gülümseme bahşetti. Otuz iki dişinin tamamını görebiliyorduk neredeyse.
''Öyle bakmaya devam mı edeceksiniz? Kimdi sorusu olan?'' dediğinde, Selen ve Ece gayet normal bir şekilde ona bakıyordular, hatta gözlerinde bıkkınlık vardı. Pek anlayamasam da çocuğa bir cevap verme gereği duydum.
''O Alp, bu Alp değil bacılarım. Neden açık lan bu kapı? Evi babanız mı ısıtıyor? Allah'ım yarabbim ya! Kapat kardeşim şu kapıyı!'' dediğimde, tüm kızlar bana bakıyordu. Kapıda ultra yakışıklı birinin olması beni ilgilendirmezdi. Hava soğuktu ve ellerim üşüyordu. Şuan sorunum buydu sanırım. Kızlar tuhaf bir şekilde bana bakmaya devam ediyorlardı. Sessizliği kimin bozacağı merak konusuydu gerçekten. Kapıdaki çocuğa baktım. Kumral saçlarını özenle dikmişti. Uzaktan seçebildiğim kadarıyla gözleri elaydı. Baştan aşağı simsiyahtı. Sanırım renkli olan tek şey gözleri ve saçlarıydı. Giyim tarzının hoş olduğunu söylemeden geçemeyecektim. Burçin daha fazla sessizliğe dayanamadı ve bana yaklaşıp bacağımı cimcikledi.
''Kes sesini varoş varlık!'' dedi ve çocuğa doğru gülümseyerek yürümeye başladı. Alınmıştım doğrusu, koskoca kuzenim bana bir kez olsun şöyle içten gülümsememişti, ama evimize gireli daha bir dakika olmamış insana böyle gülüyordu. Koltuğa daha da yaslanırken Azra'ya baktım.
''Şu çirkef varlık var ya, bir kez olsun bana gülmedi şöyle. Alp'miş, hıh!'' diyerek, alınganlığımı belli etmiştim. Burçin kapı da çocukla biraz flörtleşip, biraz derdini anlamaya çalışırken, Selen göz devirdi;
''Hani sen açtın? Şu kapıdakileri mi izleyeceğiz kalan vaktimizde?'' dediğinde, onu haklı bulup oturduğum yerden kalktım. Burçin ve isminin Alp olduğunu kişinin flörtleşmesini izleyecek değildik. Azra'ya döndüm ve;
''Kız haklı, derhal o kıçını rahat koltuğumdan kaldır ve ceketini giy!'' deyip kızlara döndüm. Yüzlerindeki sıkılgan ifadeyi bir kenara atmışlardı ve yerine bir gülümseme koymuşlardı.
''Nereye gidiyoruz canımcımlar?'' dediğimde, Selen biraz düşünüp;
''Yakınlardaki alışveriş merkezlerinden birine gidebiliriz.'' dediğinde, aklıma pizzacıdaki yakışıklı olayı geldi. Gülerek;
''Bu sefer yakışıklı bir pizzacıya gideceksek oluurr!'' dediğimde, onlar da gülmeye başladı. ''Ne?'' Yemek yerken aynı zamanda göz zevkimi üst seviyelere taşımak istiyordum, bu bir müşterinin doğal hakkı olmalıydı. Yaşasın pizzacılar!
''Hadi gidelim!'' deyip kapıya doğru yürümeye başladım. Alp ve Burçin'in yanından geçerken, oldukça tripli bir şekilde geçmiştim. Hak ediyordu o paçoz tribi. O yanıma geldikten birkaç dakika sonra tribimin biteceğini bilsem de yinede bir tribe başlamıştım. Asansöre tüm kızlar doluştuğumuz da aynaya doğru döndüm ve kamerayı açtım. Çekmeye hazır bir vaziyette durdum ve en ifşalık anlarını bekledim. Hiç biri kameranın açık olduğunun farkına varmamışlardı. Selen'in, yüzünde gördüğü bir fotoğraf ile beliren o tiksindiğini fazlasıyla belli eden ifadenin üzerine, resmi Ece'ye gösterip o ifadenin Ece de belirmesiyle beraber, fotoğrafı anında çekmiştim. Asansörden ilk ben çıkarken, hiçbir şey olmamış gibi davrandım. Daha yeni ifşa gibi ifşa ele geçirmiştim. Birden önümüze zıplayan salak bir Burçin gördüğümde aklım kıçıma kaçmıştı. Sekiz katı merdivenle inmiş, nefesini başka bir yerden alıyordu. Ödümüzü koparmıştı ve onun bu haline hiç acımıyordum. Yavaş yavaş nefes alışverişleri düzeldi ve sinirle bize baktı.
''Allah sizi kahretmesin!'' dediğinde kızlarla bakıştık. Sinirinin sebebi; o flörtleşirken onu beklemememiz ise gerçekten onu yukarıya kadar kovalayacak ve yukardan inerken onu asansöre almayacaktım. Birkaç saniye bekleyip;
''O bir mafyaymış! Allah'ım, bu ponçik bedenim az kalsın bir mafyanın elinde kalıyordu!'' dediğinde, Azra aklına yeni gelen bir ayrıntı ile durdu ve;
''Biz kuru fasulye ne zaman yedik Burçin?'' dedi. Tek kaşını kaldırmış; 'Şimdi faka bastın' dercesine bakıyordu. Burçin birkaç adım geriye giderken;
''Mmm yemedik kankacım, ama yemeyeceğimiz anlamına gelmez değil mi cancağızlarım, kekelerim?'' dediğinde, kızlarla bakıştık. Şu Burçin'i çok güzel terslemek vardı da onu Azra'nın sihirli parmaklarına bırakıyordum. Azra ona doğru bir adım attı ve;
''Demek sonra yeriz Burçin?'' dediğinde, Burçin bana baktı. Kollarımı göğüs hizamda birleştirip şu anın tadını çıkarabilirdim, fakat midem ve gözlerim güzel bir pizzacı da olmayı istiyordu. Burçin; 'Yardım et' dercesine bana bakarken, sabahın acısını çıkartmak istediğim için tek kelime etmedim.
''Kanka uyanman içindi. Mmm, hem özlemişsindir beni ve kuru fasulye yemeyi, hem ne var ki bunda canııım alt tarafı uyandın!'' derken apartmandan çıkmıştı. Azra onun üzerine yürürken o geri geri yürüyordu. Biz ise kızlarla arkalarından bıkkın bir şekilde onları izliyorduk. Sıkılmıştım, fakat sesimi çıkartmadan onları izliyordum. Birazdan başlayacak olan koşuşturmanın habercisi olan sözcükler Azra'dan çıkmıştı. Arkasını dönüp Burçin'i gösterirken;
''Kanka bu kızı döverim ben, vallahi bak elimde kalır bu benim ya!'' diye sinirle ona baktığında, Burçin kaçmak için çoktan büyük adımlarını atmaya başlamıştı bile. Azra yavaş yavaş ona doğru yürüdü ve onu taklit ederek;
''Arkadaş kuru fasulyeyi fazla kaçırmış Alp.'' dedi. Siniri gözle görülür derecedeydi. Eh haklıydı da kız, rezil oldum sandı ve cidden evimde bir erkek vardı. Gerçek sanmıştı şakamızı. Burçin durdu ve ellerini beline koyup;
''Ben size ne diyorum siz ne diyorsunuz!'' dediğinde, Azra olduğu yerde ayağını sertçe yere vurdu;
''Ne diyorsun sen Burçin. Ne?'' diye bağırdığında arabama doğru ilerlemeye başlamıştım. Kavgalarını hallettiklerinde arabamda onları bekliyor olacaktım ve hava onların tartışmalarını izletmeyecek kadar soğuktu. Arabama doğru ilerlerken Burçin'in dedikleri üzerinde olduğum yerde durdum.
''Kemal Demir'in adamıymış. Allah aşkına kim o adam?'' dedi. Korkmuştu. Çocuğun dedikleri onda etki yaratmış olmalıydı. Ne dediğini bir ara sormayı kafama not ederken;
Kim olduğu bariz ortadaydı. Uras Demir'in babasıydı. Babamın ortağı olduğundan dolayı kendisini biliyordum. Burçin'e doğru döndüm ve;
''Uras'ın babası.'' dediğimde, Burçin bana döndü. Sinir ve korkusu birbirine karışmıştı. Biraz sonra bağıracağını bilmemek için aptal olmak gerekiyordu sanırım. Burçin saçlarını karıştırıp bana doğru yaklaştı;
''Ne istiyor bu adam bizden? Sorumu düzelteyim, senden?'' dediğinde bir süre cevap vermedim. Bilmediğim sorularla yine yüz yüzeydim. Omuzlarımı yukarı doğru kaldırırken alt dudağımı sarkıtarak;
''Bilmiyorum.'' dedim. Nerden bilebilirdim ki bana tek kelime etmiyorlardı. Selen, gergin ortama bir son vermek için sıkıntıyla konuşmaya başladı;
''Şu konuyu kapatabilir misiniz? Birkaç meraklı kafa çoktan camda gözükmeye başladı!'' dediğinde apartmana döndüm. Birkaç meraklı teyzenin ilgi odağı olmuştuk. Burçin kafasını belli belirsiz salladı ve arabama doğru ilerlemeye başladı. Araba kullanmayı pek sevmiyordu. O, araba da gevezelik yapmakla daha çok ilgileniyordu, bu nedenle gerekmedikçe direksiyon başına geçmezdi. Selen ve Ece kendi arabalarına geçerken, Azra daha sakin ve uykulu bir şekilde, paytak adımlarla Burçin'in arkasından gidiyordu. Onlardan daha önce arabaya ulaşıp sürücü koltuğuna geçtim. Burçin ve Azra aynı anda arabaya bindiler ve direk radyoyu açtı Burçin. Kafam çok ağrıyordu, fakat kafamdaki kaosu dindirebilecek tek şeyde müzikti sanırım. Azra, arka koltukta uyuklamaya bir dakika beklemeden başlamıştı. Aynayı düzeltip arabayı çalıştırdım. Burçin radyo kanallarını gezerken bana bakmadan;
''Nereye gidiyoruz?'' dedi. Sitenin otoparkından ilk Selen'in arabası çıkmıştı. Hemen arkalarından bizde çıkarken;
''Yakınlardaki bir alışveriş merkezine '' dedim. Burçin kafasını belli belirsiz salladı ve kanalları gezmeye devam etti. İstediği şarkıyı bulunca yüzünde bir gülümseme belirdi. En sevdiği grubun müziğini rahatça arkasına yaslanarak dinlemeye başladı. Ritmin arttığı yerde dans edip oynamaya başlıyordu. Aynadan arkadaki Azra'ya baktığımda, onun umursamadan arkadaki koltuğa boylu boyunca uzanıp yattığını gördüm. Kızıl saçlarının bir kısmı suratına düşmüştü. Tekrar yola döndüm ve müziğin sesi dışında sessiz bir şekilde alışveriş merkezine doğru ilerlemeye devam ettim...
***
Alışveriş merkezinde cool ve ciddi bir şekilde ilerlerken, Burçin'in ikinci kez düşme tehlikesi yaşaması üzerine, tüm ciddiyetimizi bozup gülmeye başladık. Tam yeri boylayacakken onu kavramış ve doğrulmasına yardım etmiştim. Burçin takıldığı basamağa bakıp;
''Ah lanet basamak.'' dediğinde gülerek ona baktım.
''Kendi suçunu basamağa atma Burçin! Kör müsün basamağı göremiyorsun?'' dediğimde, Burçin ters ters bana baktı. Saçlarını düzeltirken;
''Yok canım ne körlüğü, nazar o nazar!'' dediğinde kızlarla bakışıp aynı anda;
''Hı hı tabii.'' dedik. Burçin elindeki paketin sapını daha da sıkarken;
''Ah! Siz adamı deli edersiniz deli!'' deyip, az ilerideki kafeye girdi. Babamın zorlaması sonucu yanımıza bir tane koruma gelecekti. Muhtemelen birkaç dakika içinde burada olacaktı. Babamı ne kadar zorlasam da en olmadık yerden girip zorla bana kabul ettirmişti. Kızlar içeri girerken, babamın tarif ettiği adamı beklemek üzere kafenin dışında kaldım. Tüm poşetleri koruma ile gönderip eğlenmemize bakacaktık. Alışverişi sevmesem de birkaç parça eşya almıştım kızların zoruyla. Yeteri kadar eşyam vardı. Gerektiğin de özel olarak diktiriyordum ve alışveriş gibi yorucu bir işi yapmak zorunda kalmıyordum. Belki de işin eğlencesi, güzelliği alışveriş yapmaktaydı, fakat yapamayacak kadar yorgun ve üşengeç biriydim. Etrafıma bakarken tam da babamın tarif ettiği gibi biriyle göz göze geldim. Kumral saçları ve dışarıdan hiç korumaya benzemeyen bir görüntüsü vardı. Klasik korumalar gibi değildi. Kel kafalı veya iri yarı tuhaf görünümlü olanlardan çok farklıydı. Simsiyah giyinmesi beklendik bir şeydi. Kumral saçları karışıktı. Tuhaf bir görüntüsü vardı, fakat hoştu. Gözleri donuktu. Yanıma geldiğinde sorgularcasına;
''Esila Soykan?'' dedi. Ses tonu biraz ürkütücüydü. Kalındı ve tuhaftı. Kanımı titretmişti. Kafamı onaylar anlamda sallarken;
''Ta kendisi.'' dedim. Adam belli belirsiz kafasını salladı ve;
''Babanızın gönderdiğini biliyorsunuzdur. Her ne kadar siz sadece beni görebilseniz de alışveriş merkezinin her bir noktasında kendini kamuflaj etmiş korumalar bulunmakta. Rahatça eğlenmenize bakabilirsiniz!'' dedi. Söyledikleri üzerine babama sinirlenmiştim, fakat nasıl olsa ben görmeyecektim, o nedenle buna pek takmamaya çalıştım. Sesinin tınısı hem korkutucu hem de güven vericiydi. Elini elimdeki poşetlere doğru uzattı ve;
''Verin evinize göndereyim!'' dediğinde, kızlar da nasıl olsa benden alır diyerekten, tüm poşetleri ona verdim ve teşekkür edip yanından uzaklaştım. Birkaç dakika içinde, birkaç kızın ilgi odağı olmuştu bile. Kafeye girdiğimde derin bir nefes aldım. Normalde ultra yakışıklı bir çalışanı olan pizzacıya gitmekti isteğimiz, fakat fazla aç olmadığımızdan dolayı bir kafeye gitmeye karar vermiştik. Kafe oldukça kalabalıktı. Siyah ve mavi uyumu ağırlıklıydı. Simsiyah masaların etrafında masmavi koltuk ve sandalyeler bulunuyordu. Kafenin bir köşesi kareoke için ayrılmıştı, diğer köşesinde ise bilardo masası vardı. Kızları biraz zor bulup yanlarına geçtim. Kalabalık, ben onları bulana dek biraz azalmıştı.
Kızlar sosyal medyadaki dedikoduları birbirleri ile paylaşmaya başlamıştı. Birkaç dakikada çoktan gıybet ortamı hazırlanmıştı. Rahat bir şekilde oturup siparişlerimi verirken, dedikodulara kulak kabarttım.
''Ay o kız var ya, az fena değil ha. İkiyüzlü kızım o peynirello!'' deyip, sinirini ve gıcık olduğunu birkaç kelime ile belli etmişti Çisem. Menüye bakarken gülerek;
''Peynirello'' dedim. Çisem gülerek bana baktı ve sipariş ettiği hamburger tabağındaki patateslerden birini ağzına atarken;
''Aynen şekerim.'' dedi. Gülmeye devam ettim. Garson yanıma gelince gülmeyi kesip ciddi bir şekilde pasta siparişimi tamamladım. İki pasta istemem üzerine kızlar bana şaşkınlıkla baktı. Tüm dedikodu bir anda kesilmişti. Daha fazla dayanamayıp;
''Neee, bakmayın öyle! Biri bitince beklemeden diğerine geçeyim diye, ikincisini de şimdi istedim!'' dediğimde, Burçin tostundan bir ısırık alıp iyice öğüttükten sonra;
''En sevmediğim kız tipi. İstediğin kadar tıkın, ama tek gram kilo alma. Sen ve senin gibi olanları kıskanmadan edemiyorum doğrusu.'' dediğinde gülümsedim sadece. Bir süre sonra dedikodularından sıkılıp kendimi sosyal medyaya verdim. Kimsenin benimle ilgilenmediğinden emin olduğum anladığım an, İnstagram'a girip arama kutucuğuna etrafımı bir kez daha kontrol edip, Uras Demir yazdım. Kimseye yakalanmak istemiyordum, çünkü açıklama yapmakla uğraşmak istemiyordum. Siyahlara büründüğü barda çekilmiş bir fotoğrafı vardı. Fotoğraf ne kadar karanlık olursa olsun, onu resme ilk baktığım anda tanımıştım. Direk profiline girdim. Hesabı gizli değildi. Hemen profilinde gezinmeye başladım. Dudak uçuklatan kaslı fotoğraflarını görünce, ne zaman içmeye başladığımı bilmediğim meyve suyu boğazıma kaçmıştı. Öksürük komasına girerken ekranı kilitlemeyi başarmıştım. Yanımdaki Çisem hunharca vurdu belime. En sonunda kendimi toparlayıp;
''Hay senin o kürek ellerindeki tırnaklarının cilasını seveyim!'' diye toparlayıp, son anda küfür etmekten vazgeçmiştim. Bir yudum su içerken, yeni gelmiş pastamdan birkaç parça aldım ve dedikodulara tekrar kulak kabarttım.
''Kanka o varoş, o çocuğun fotoğrafını ne hakla beğeniyor? Beğenemez arkadaşım, beğenemez! Sen de git her kız gibi Uras Demir'in cazibesine kapıl ya da Yağız Akın'ın egosundan oluşmuş girdabında boğul. Ne bileyim işte; Poyraz Karahan'ın soğukluğunda tüm hücrelerini dondur, ama onun fotoğrafını beğenme!'' diye rahatsızlığını belirtti Ece. Gülümsedim. Dedikleri aklımda kalmıştı. Girdap, soğukluk, cazibe tüm bunları nasıl gözlemleyebiliyorlardı ki? Haklarında birkaç bilgi bilmek, aynı okulda okumak, onları nasıl bu kadar tanımalarına ya da tanıyormuş gibi hissetmelerine neden oluyordu? Tek kelime etmedim bu konu hakkında. Tekrar dedikodu ve sinir dolu cümleler etrafta uçuştuğunda, yeniden sandalyeye gömüldüm. Telefonumun kilidini açıp Uras Demir'in profilinde gezinmeye devam ettim. Seyahat fotoğrafları ve barda çekilmiş fotoğraflar ağırlıklıydı; fakat dilinin tutulmasına neden olacak pozlar veriyordu. Kol ve sırt kasları mükemmel görünüyordu. Ben öyle telefona dalmışken, bir kaç kişinin yanımıza sandalye çekmesi ile yeniden ekranı kilitleyip başımı kaldırdım. Tam dibimde telefona bakan Uras'ı görmemle gözlerimi kocaman açmıştım. Uras gülerek bana bakmaya başladı;
''Demek İnstagram profilimle salyalarını akıtacak kadar etkileyebildim seni.'' dediğinde ağzına çakmak istemiştim; fakat hâlâ nefes alıyor olmak için bunu yapmadım. Tam yanıma çekmişti sandalyesini. Çetesi de kızların yanında boş buldukları yere oturmuşlardı. Burçin, yanındaki çocuğa bakarken sinir yüklemesi yapıyordu adeta. Her saniye siniri yükseliyordu.
''Yine mi sen?'' dediğinde, yanındaki çocuk elaya kaçan gözlerini dikti üzerine, kafasını belli belirsiz sallarken;
''Kapa çeneni.'' dedi ve Burçin'i hızlı bir şekilde süzüp;
''Tam bir çocuğa benziyorsun şu haline bak, elinde bir barbi bebeğin eksik. Görüntün yeteri kadar gözlerimi bozuyor zaten, kulaklarımı rahat bırak!'' dediğinde Burçin bozulmuştu. Onun dediklerinin aksine Burçin oldukça seksi görünüyordu. Sinirle arkasına yaslandı ve bana bakmaya başladı.'Ne işi var bunların burada' dercesine baktığında, aynı şekilde bende ona baktım. En olmadık anda neden gelmişlerdi ki? Yakalanmam üzerine Uras'a bakamıyordum. Suratındaki gülümseme sinirimi bozuyordu. Hâlâ Burçin'e bakarken;
''Sadece insanların gerizekâlı gibi senden bu kadar korkmasına anlam veremedim. Bu nedenle biraz araştırma yapıyordum. Etrafında salya akıtan kızları görmekten gözlerin alışkanlık yapmış, Uras Demir. Sen salyalarımı akıtacağım son insansın.'' dediğimde, inşallah çarpılmam diye dua ediyordum. Söylediklerimin yarısı yalandan ibaretti, fakat o doğruları bilmeyi hak edecek biri gibi durmuyordu. Yarım ağız gülümsemeye devam ettiğini göz ucuyla görebiliyordum. Umursamazca pastamdan yedi ve;
''Daha yeni sona ulaştın öyleyse.'' dediğinde, tek kelime edememiştim. Özgüveni ve egosu göz yaşartıyordu. İki büklüm oturuyordum, daha yeni rahatça oturduğum sandalyede. Uras göz ucuyla bana baktı ve;
''Biliyor musun, dışarıda da aynı şekilde göz kanatmaya devam ediyorsun. Söylesene;, milletin gözüyle alıp veremediğin ne?'' dediğinde, ters ters ona baktım. Tamam, hayatımı kurtarmış olabilirdi, ama benimle böyle konuşamazdı. Kim oluyordu da benimle böyle konuşabiliyordu?
''Söylesene; neden göz kanatıyor derecede görünmeme rağmen hâlâ yanımdasın?'' dediğimde, Uras biraz düşünür gibi yaptı. Çekici göründüğü kadar gıcıktı da.
''Profilimde salyalarını akıtarak gezinmenle aynı sebeptir belki de ha?'' dediğinde, ters ters ona bakmaya devam ettim. Poyraz ve Yağız, hepinizden nefret ediyorum moduna girip sigaralarını yakmışlardı. Kapalı alanda sigara içme yasağını umursadıklarını düşünmek, başlı başınca bir saçmalık olurdu sanırım. Ece ile yanındaki, ismini Efran diye hatırladığım çocuk tuhaf bir tartışma içine girmişlerdi.
''Söylesene, doğuştan fondötenli mi doğdun, yoksa annen doğduktan ilk altı ay sonra mı sürmeye başladı bu şeyi sana?'' dediğinde, gülmemek için zor duruyordu. Ciddi bir hali de vardı. Gerçekten merak ediyor gibiydi. Ece birkaç saniye durup ona baktı. Göz devirirken;
''Söylesene kafatasına üsten bir soğukluk falan vuruyor mu, yoksa beynin yokluğuna alıştı mı?'' dediğinde, kavgalarına gözlerimi büyüterek baktım. Uras'ın sesini duymam ile tekrar ona odaklandım.
''Mavi Göz.'' dediğinde dönüp ona baktım. Yakalandıysam yakalanmıştım. Yapacak bir şeyim yoktu.
''Ne var?'' dediğimde, ses tonumun yüksek ve sert çıkmasına karşın sadece güldü. Cevap vermedi. Daha fazla bu adamla aynı masada kalmayacaktım. Masadan kalkıp kızlara baktım.
''Kalkın gidiyoruz. Buranın havası iyice kaçtı.'' dediğimde, Uras bana baktı. Onu göz ucuyla izliyordum. Grubu da ona dönmüştü. Uras ağır hareketlerle çatalı masaya bırakırken;
''Hiç kimse bir yere gitmiyor, kes sesini otur!'' dediğinde sinirle ona baktım. Ne sanıyordu bu kendini? Herkesin ona uyması ve emirlerine boyun eğmesine alışmıştı; fakat onun emirlerine boyun falan eğmeyecektim.
''Sebep?'' dedim sert bir şekilde. Uras kolumdan tutup geri sandalyeye çekerken;
''Çünkü öyle istiyorum. Şimdi kapa çeneni!'' dediğinde, popom sert bir şekilde sandalyeyi bulmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mafya Lisede •Tamamlandı•
Dla nastolatkówEsila Soykan annesini kaybetmiş,ailesi dağılmış bir genç kızdır.Herşeye yeniden başlaması için babası hayatında değişiklikler yapmaktadır.Bunlardan biri de okulunu değiştirmektir.Orada hesaba katmadığı tek şey ise kızının dik başlılığının bir genç m...