Bölüm 21

125K 5.2K 219
                                    

Medya:Azra Cebesoy
•••
Gülmeye başlayan Alper ile bunun Alper olmadığını anlamıştım. Parmaklarını boğazımdan çekti ve biraz mahcup bir şekilde baktı.
''Benim Esila, Alparslan.'' dediğinde, omzuna sertçe vurup derin bir nefes aldım. Alper'in, Alper'e oldukça ters düşen ikiziydi, Alparslan. Saçlarımı karıştırırken duvara yaslandım. Resmen psikopatların elinde oradan oraya sürükleniyordum. Sabah kendisi soyunma odasının karanlık koridoruna çekerdi, şimdi ise ikizi temizlik odasına çekiyordu. İstemsizce içimi bir huzursuzluk kaplamıştı. Alparslan gülmeyi bıraktı ve;
''Şey, özür dilerim. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı, gülmeden edemedim.'' dediğinde göz devirdim. Alparslan'a merakla baktım bu sefer, neden burayı konuşmak için seçmişti oldukça merak ediyordum.
''Pekâlâ, burada olmamızın nedeni?'' dediğimde, Alparslan derin bir nefes aldı. Hoşuna gitmeyen bir durum olduğu belliydi. Dikkatlice bakınca Alper'in saçları ile aynı olan saç modelinin değiştiğini fark etmiştim.
"Alper." dediğinde yutkundum. Onun ismini duymayı artık sevmiyordum. Gerçekten ciddi sorunları olan bir psikopata dönüşmüştü.
"Ne olmuş o psikopata?" dediğimde, Alparslan gözlerini tavana çevirdi. Söylemekte zorlanıyordu ve bu hali sıkılmama neden oluyordu. Direkt söylese daha kolaydı hâlbuki.
"Söyleyecek misin yoksa gideyim mi, bacaklarım ağrıyor." dediğimde Alparslan;
"Sana ihtiyacı var." dedi. Göz devirdim ve; "Güzel, benim ona ihtiyacım yok gidebilirsin Alp." dedim ve kapıyı açıp çıkacakken, Alparslan kapıyı kapattı ve bedenimi kendisine doğru çevirdi. Çaresiz bir hali vardı. Bu hali canımın sıkılmasına yol açıyordu. Onu severdim, gerçekten iyi bir çocuktu. Çoğu zaman üşenip ona Alp dediğim için sinirlense de iyiydi işte. Alper'in durumu ise müstahaktı. İlahi adalet mi demeliydim bilmiyorum, hoş daha durumun ne olduğunu bile öğrenmemiştim, ama olsun.
"Biliyorum sana kötü şeyler yaşattı, ama yanında olmama ihti-" dudaklarının üzerine yavaşça vurdum. Kaşlarımı çattım ve ona baktım. O ona olan kötü şeyleri hak ediyordu, fakat bunları duymak bilmek istemiyordum. Ne kadar hak etse de birinin acı çekmesi kesinlikle istediğim bir şey değildi, fakat Alper'in acı çektiğini bile sanmıyordum.
"O kötü anılara yenilerini eklemeye devam eden biri. Onun yanında falan olmayacağım, hatta sende onu kendi karanlığında boğulması için rahat bırak Alp. Dilerse geberebilir umurumda değil dedim ve Alparslan'ı itip temizlik odasından çıktım. Tuvalete girmek yerine unicornlu paravanın sonuna doğru ilerledim ve derin bir nefes verdim. İyi olduğumdan emin olduktan sonra karavanın arkasından çıktım ve tekrar masaya doğru ilerlemeye başladım. Masaya yaklaştığımda Burçin gülerek bana baktı.

"Kayboldun sanmıştık.Berk,Polise haber vermek üzereydi hatta değil mi?" Diyerek onay beklercesine Berk'e baktı.Çisem her ikisine de
göz devirdi ve;
"Saçmalamayı keser misiniz artık, gevezelikte level atlıyorsunuz." dediğinde Berk ona döndü ve anlatamadığım bir şekilde ona baktı.
"Peki anne, örgü şişlerini de getirmemi ister misin?" dediğinde, Çisem yapmacık bir kahkaha attı. Sinirlendiği belliydi ve haklıydı. Berk'in şuan ki hali bir hayli gıcık olunasıydı. Neden böyle olduklarını merak ediyordum. Birbirini iten ayrı kutup gibiydiler. Korumacılıkları ve birçok özellikleri birbirlerine benziyordu. Belki de, bu sebeple birbirleri ile anlaşamıyor ya da şu saçma sapan diyaloglara giriyorlardı.
"Çok komiksin sen yaaa, gebereceğim gülmekten." dediğinde Berk gülümsedi. Piercingi ile oynarken umursamaz bir havayla;
"Öyleyimdir." dedi. Bu hallerinden sıkılmıştım. Kendimi boş sandalyeye bıraktım ve boş bakışlar ile etrafıma baktım. Gözlerim Alparslan'a takıldı. Bir telefon görüşmesi yapıyordu. Biraz ilerisinde ise sarı kıvırcık saçlı bir kız vardı. Tabiri caiz ise at gibiydi. Alparslan ile çok yakıştıkları ise gözden kaçmıyordu. Alparslan sinirle sıktı yumruklarını ve gözleri kafede gezindi. Beni bulduğunda tuhaf bir şekilde bana bakıyordu. Sinirliydi, ama tuhaf bir çaresizlikte vardı. Gözlerimi ondan çektim ve tekrar Berk'e döndüm. Eski hallerindeydiler, hâlâ tek sorun artık bana soru yöneltmeleriydi. İlk soru Burçin'den gelmişti;
"Olayı anlatmaya ne zaman başlamayı düşünüyorsun?" Göz devirip; 'Hiçbir zaman' demek için ölüp bitsem de bir şey demedim. Berk sadece sert sert bakıyor ve soruları cevaplamamı bekliyor ve ona göre tepki vermeye hazırlanıyordu. Çisem de tıpkı Berk gibi sessizce cevaplarımı bekliyordu. Ece ise;
"Anlatsana artık, meraktan çatlatacak mısın bizi?" dediğinde yavaşça kafamı salladım. Selen'in konuşmasına izin vermeden saçlarımı karıştırıp küçük bir küfür savurdum. Küfrü beklemeyen kızlar şaşırmışlardı doğal olarak.
"Kapatın artık çenenizi. Hepsi küçük bir oyun. Bu kişi sadece şu kampta ezilen yelloz olabilir. Aklı sıra Uras'ın platoniklerini üzerime salacak yelloz." dediğimde, hepsi sessiz kalmışlardı. Derin bir nefes alıp yüz ifadelerini izledim. Şaşkın ve düşünceli bir halleri vardı. Berk ise umursamazdı. Önündeki sudan bir yudum aldı ve;
"Şu çocukla neden bu kadar yakınsın?" dediğinde, birkaç saniye suratına baktım. Korumacı Berk, bir Uras kadar soğuklaşabilirdi, tabii hemen ardından gülmesedi. Hâlâ soğukluğunu koruyan Berk, yerimde rahatsızca kıpırdanmama neden olmuştu. Ona olanları öylece anlatamazdım. Uras ve Alper ile kavgaya girerdi. İkisi de hayvan gibiydiler ve Berk'e, Berk gibi karşılık vermeyeceklerinden emindim.
"Babamın iş ortağının oğlu, ister istemez yakın oluyorsun işte." dediğimde, Berk tepkisiz kaldı ve herhangi bir cevap vermeden telefonuna bakıp masadan kalktı.
"Randevum var sonra görüşürüz." dedi ve masanın üzerine suyun parasını bırakıp uzaklaştı. Berk ve buz devri dönemi açılmıştı. Masadan parasını alıp kalktım ve onun peşinden dışarı çıktım.
"Berk!"
Arkasından sadece bir kez bağırmam ile olduğu yerde durmuştu. Arkasını dönmemişti. Uras yüzünden başımı belaya soktuğum için sinirliydi. Kavga etmemden nefret ediyordu, çünkü zarar gelmesinden korkuyordu. Önüne geçtim ve parasını cebine soktum.
''Bir daha benim olduğum bir masadan böyle kalkarsan, çatalı dudağına saplarım." dediğimde, Berk tek kaşını kaldırıp bana baktı.
"Demek dudağıma?" dediğinde, ciddi bir şekilde kafamı onaylar anlamda salladım. Berk derin bir nefes verdi ve saçlarından elini geçirip etrafına baktı.
"O çocuk etrafında olduğu müddetçe başın belaya girecekmiş gibi hissediyorum Esila." dediğinde, gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Tam tersiydi, beni peşimdeki psikopatlardan kurtarıyordu.
"Gerçekten iyi bir çocuk o, ama bilirsin işte yeni model bad boy gençler." dediğimde, konuyu kapatma derdindeydim. Berk omuz silkti ve saçlarımı karıştırdı gülerek. İşte Berk'in siniri bu kadardı. O soğuk bir çocuk değildi. Soğukluk onun ruhuna ters düşen bir kavramdı.
"Mavişimin başı onun yüzünden belaya girerse, o zaman görüşürüz seninle Esila." dediğinde omuz silktim. Saçlarımı düzeltmesine izin verdim ve savurdum saçlarımı.
"Şu kankanı görüyorsun değil mi? Adriana Lima'nın güzellik kavramını değiştirmek için yaratılmış adeta. Söylesene, nasıl beladan uzak dursun?" dediğimde, ikimizde aynı anda güldük. Berk biraz daha fazla gülmüştü tabii, hatta hönkürmüştü.
"Adriana Lima'nın güzellik kavramını bu çirkinlikle nasıl değiştirebilirsin ki?" dedi ve tekrar gülmeye başladı. Ellerimi belime koyup ters ters ona baktım. Beni ve egomu fena halde olduğu yere oturtmuştu. Öfkelenmeme sebebiyet veren Berk, tabii ki bundan nasibini alacaktı.
"Hadi oradan deli! Sen benim maviş gözlerime kurban ol be! Çirkinmiş peh. Gerçi sen o kızlardan sonra güzellik kavramını unutmuşsundur. Pis varoş hıh!" dedim ve sinirle geri kafeye doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Birkaç büyük adımdan sonra havalandığımda çığlığı basmıştım. Etrafımızdaki insanlar gerizekâlı olduğumuzu düşünür bir şekilde bize bakıyorlardı. Berk beni etrafında döndürmeye başladığında, baş dönmesinden geberecektim adeta.
"Maviş canavarım şaka yaptım ya. Hem ben maviş canavarımdan başka güzel kız görmedim ki?" dediğinde, yalancılığından ötürü daha da sinirlendirmişti beni.
"Gerizekâlı içeride Victoria Secret mankenleri gibi kızlar oturuyordu, pis insan sen nasıl yalan söylersin bana!"
Berk daha da hızlı dönmeye başladığında ona vurmaya başlamıştım.
"Lan dur yemin ederim o güzel oturma organına kusarım Berk. İndir beni beynim burnumdan akacak şimdi!" diye bağırdığımda, Berk de tıpkı benim gibi bağırmıştı.
"Affettim de durayım!" Beyin ölümü gerçekleşen biri gibiydim. Öyle biri nasıl olurdu bir fikrim yoktu, ama öyleydim işte.
"Affettim Allah'ın cezası, indir hemen beni!" diye bağırdığımda, Berk beni yavaşça yere indirdi ve kendi başı dönmesine rağmen beni yavaşça bir arabaya yasladı. Kafe bir sağa bir sola doğru sallanıyor gibiydi. Arada kararan gözlerim ve midemden yukarı doğru yükselen sıvı ise anlatılmaz derecede kötüydü.
"Kusacağım sanırım! Ruhum birkaç adım ilerimde twerk yapıyor sanırım." dediğimde, Berk kahkaha attı. Yalpalayarak birkaç saniye ayakta durdu ve sonra yumduğu gözlerini açtı.
"Etraf artık daha az dönüyor." dediğinde göz devirdim. Onun gibi bende ayağa kalktı ve omzuna sağlam bir yumruk geçirdim.
"Bu beynimi burun deliklerimden akma kıvamına getirdiğin içindi. Şimdi nereye gidiyorsan git!" dedim ve omuz silkerek biraz baş dönmesi ile tekrar kafeye doğru yürümeye başladım. Bir rüzgâr ile burun deliklerime çarpan ve ciğerlerime dolan Uras'ın kendine has kokusuna karşı yüzümü buruşturdum. Göz ucuyla baktığımda kokusunun kendinden önce geldiğini görmüştüm. Birkaç adım gerimdeydi.
''Sen gitmedin mi?'' dediğimde yavaş yavaş ona dönmüştüm. Hâlâ biraz yalpalıyordum. Giden Berk'in arkasından göz ucu ile baktı ve;
''Gittim, fakat zamanlamam lanet çocukluk sahnenize denk geldi.'' dediğimde suratımı buruşturdum.
''Bir daha geleceğinde haber et o halde, silahlarımızı çekip yerde takla falan atarız. Topuklarına falanda sıkarız, aslında güzel olur.'' dediğimde, bıkkın bir şekilde bana baktı. Ben ise onun o haline gülmüştüm. Başımın biraz dönmesi ile biraz yalpalamıştım. Kolumdan tutup dengemi sağlamamda yardımcı olduğunda tekrar gülümsedim.
''Neden buradasın?'' dediğimde, Uras derin bir nefes verdi ve cebindeki telefonunu çıkartıp bana uzattı. Telefonumu düşürdüğümün farkında bile değildim. Telefonumu almak üzereyken geri çekti ve;
''Önce bir şeyi senden duymalıyım.''
Göz devirdim. Tabii ki sadece telefonumu vermek için burada değildi. Bu sefer bıkkın bir şekilde bakan bendim.
''Söyle baş belası adam söyle!''
Baş belası dememe takılmış olmalı ki kaşlarını havaya kaldırdı. Şu görüntüsü fazla tatlıydı, ama kimin umurundaydı ki? Kesinlikle umurumda değildi. Ellerimi göğüs hizamda bağlayıp merakla ona baktım. Neyi duymak istediğini merak ediyordum.
''Başının belada olduğunu hissettiğin an, izlendiğini hissettiğin an bana ulaşmanı istiyorum.'' dediğinde, ona birkaç saniye tepkisiz bir şekilde baktım. Tüm bunları demesinin sebebi benim bilmediğim şeyleri biliyor olması ve verdiği sözdü. Ona doğru bir adım attım ve derin bir nefes aldım;
''Sana neden ulaşayım ki? Bak verdiğin söz yüzünden böyle kelimeler sarf ediyorsun ve korumak zorunda hissediyorsun. Bu söze tamda şuan bir son verelim. Beni korumak zorunda değilsin. Söylesene, nasıl bir insan her başım sıkıştığında yanımda olabilir ki? İstemeyerek ve zorunluluktan yanımda olması gerekiyorsa bide. Babamla konuşurum ben, beni korumak zorunda değilsin.'' dediğimde, soğuk kahverengi irislerini irislerime dikti. Benimle konuşurken gözlerime bakmasını seviyordum. Bu gözlerinde yatan umursamazlığa karşı söylediklerimi dinlediği anlamına geliyordu çünkü. Derin bir nefes aldı ve rüzgârın karıştırdığı saçlarına soktu ellerini. Yakışıklı ve çapkın bir mafyaydı, her başım dertte olduğunda beni kurtaramazdı.
''Sadece bana ulaşacağına dair birkaç kelime sarf et ve gideyim, sonrasını ise sadece izle.'' dediğinde, inatçılığına karşı göz devirdim. Saçlarındaki kurumuş yaprağı fark ettiğimde parmaklarımın ucunda yükselip ona baktım. Onunla hemen hemen aynı boyda olmak daha tuhaf hissettirmişti. Saçlarına uzanıp yavaşça kurumuş yaprağı aldığımda, Uras avucumun içindeki yaprağa baktı.
''Pekâlâ, izlendiğimi, tehlikede olduğumu hissettiğim an sana ulaşacağım!'' dediğimde, tebessüm eder gibi olmuştu.
''Aferin Mavi Göz!'' dedi ve bana arkasını dönüp yürümeye başladı. Deri ceketin gizlediği sırtının kaslı olduğunu düşünmeye itmişti beni arkasından bakmak. Gözlerimi yumup onun gibi bende arkamı döndüm ve gözlerimi açıp birkaç büyük adım ile tekrar kafeye girdim. Karşınızdaki kişi ultra yakışıklı, karanlık ve tehlikeli biri olunca neden etkilenmeme oranınız daha aza düşüyordu ki! Kendi kendime söylenerek kızların oturduğu masaya doğru ilerledim. Berk'in kalktığı sandalyeye oturdum ve kızlara baktım.
''Yağmur yağmasaydı daha güzel olabilirdi aslında kamp.'' diyen Burçin'e göz devirdim. Kampa zaten gitmek istemeyen biriydim ve yaşadığım o güzel! anlarla daha da berbat bir anıya ev sahipliği yapmıştı kamp alanı.
''Aslında yağmur da farklı bir eğlence oldu. Yağmurun altında dans etmek eğlenceli olmuştur.'' deyip, kamp muhabbetini sürdürdü Ece. Çisem ise gülerek, Ece'yi sinir edecek o anıyı hatırlattı.
''Efran ve çekirge oyun havasında fena çıldırmıştın ama!'' dediğinde bende gülmeye başlamıştım. O an cidden çıldırmış gibiydi, onu tutamamıştık bile. Ece tekrar aynı sinirle dolmuşa benziyordu.
''Ruh hastası çekirge takıntılı mal! Söyleme diyorum susuyor, iki dakika ya geçiyor ya geçmiyor tekrar aynı yerden geri başlıyor. Garezi var bu çocuğun bana! Geçen hafta da bilerek üzerime gazoz dökmüş, yapış yapış yapmıştı her yerimi. Bir dahaki sefere yine aynı şey olursa bu sefer geçireceğim tırnaklarımı yüzüne!'' dediğinde, tüm kızları gülme almıştı. Ciddi anlamda kararlı gibi gözüküyordu tırnakları geçirme konusunda. Cebimde titreyen telefonum ile küçük bir küfür savurdum. Her seferinde şu titremeler yüzünden korku sarıyordu bedenimi. Alparslan'dan gelen mesaj bildirimini görünce, açmak ve açmamak arasında kalmıştım. Kafede telefon ile konuşurkenki hali hâlâ gözlerimin önündeydi. Telefonun ekranını geri kilitleyip yanımda oturan Burçin'e döndüm. Gözleri kilitlenen telefon ekranındaydı. Muhtemelen mesajı görmüştü ve çatılan kaşları bunu doğruluyordu. Biraz yaklaştı ve;
''Hâlâ onunla mı konuşuyorsun?'' dedi. Sinirle ve öfke ile harmanlanmıştı ses tonu. Nelerin olduğunu en iyi o biliyordu. Kafamı olumsuz anlamda salladım ve;
''Konuşmuyorum, bak sonra anlatacağım tamam mı? Sadece sus şimdi sırası değil.'' dediğimde, Burçin bir şey demeden önüne döndü. Kızların konudan konuya geçişlerini izlerken, daha fazla merakıma katlanamadım ve Alparslan'ın mesajına girdim. İlk olarak bir video vardı. Sesi kısıp videoyu açtım. Alper etrafı dağıtırken, Alparslan telefonu bir yere koyup onu sakinleştirmeye çalışıyordu, fakat Alper bu seferde ikizine; Alparslan'a vuruyordu. Odaya bir kızın gelmesi ile Alparslan videoyu sonlandırıyordu. Odaya gelen kızın bir uyuşturucu bağımlısı olduğunu, bana sinirlendiği için Alper'in uyuşturucu içmek istediğini belirten bir mesaj atmıştı. Hemen ardından ise ona engel olabilecek tek kişinin ben olduğunu, oraya gitmem gerektiğini, eğer oraya gidersem beni koruyacağını belirten bir mesaj atmıştı. Ben öylece mesaja bakarken, Alparslan bir resim daha attı. Masanın üzerinde beyaz toz gibi bir şey duruyordu. Hemen yanında ise şırınga ve birkaç hap vardı. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Buna göz göre göre müsaade edemezdim. İçimden bir ses, sanane be dünyayı sen mi kurtaracaksın, bırak b*k çukuruna gömülsün dese de onu ayıplayan bir seste vardı. Sandalyeden kalkıp telefonu cebime koydum.
''Kızlar ben gidiyorum. Küçük bir işim var hemen sonra eve geçeceğim bizde görüşürüz!'' deyip arkamı dönmüşken, Burçin'in buram buram merak ve ima dolu ses tonu kulaklarıma doldu;
''Ne işiymiş bu?'' dediğinde, ona döndüm. Eğer onların evine gideceğimi söylersem kesinlikle buna izin vermezdi. Omuz silktim ve umursamaz bir hava ile;
''İş işte Burçin, sonra anlatırım.'' dedim ve tekrar arkamı dönüp hızla kafeden çıktım. Rüzgârın tenimdeki bıraktığı hissi umursamadan ikilemde kalarak bir taksi çevirdim. Taksiye binip adresi söyledim ve cebimden telefonu çıkarıp avuç içime vurmaya başladım. Oraya gitmemem gerektiğini söyleyen tarafım daha baskındı. Derin bir nefes aldım ve gözlerimi yumdum. Kim olursa olsun buna göz yumamazdım, öyle değil mi? Buna engel olacaktım, karşımdaki kim olursa olsun engel olmam gerekirdi.
***
Derin bir nefes verdim ve taksiden indim. Giden taksinin arkasından birkaç saniye baktım. Hâlâ bir ikilem içerisindeydim. İçimdeki seslere küçük bir göz devirdim ve karşıdan karşıya geçtim. Müstakil, oldukça şirin bir evleri vardı. Annesi, yılın bu zamanlarında ayvalıkta oturan anne ve babasını ziyarete gider ve bir ay sonra gelirdi. O nedenle rahat bir şekilde zile bastım. Burada olmak, içimdeki birkaç duyguyu kamçılamıştı. Alper'le ilgili köşeye saklanmış birçok anının üzerindeki çarşafı kaldırmıştı. Birkaç saniye içerisinde kapı açıldı. Saç modelinden anlayabiliyordum ikisini de. Beni kandırmaları imkânsız gibi bir şeydi. Alper'in sol kulağının biraz aşağısında bir ben vardı. Aynı ben Alparslan da yoktu. Saç modeli dışında böyle birkaç farklı özellikleri de vardı.
''Buraya gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştım.'' dediğinde, derin bir nefes verip içeri doğru bir adım attım. Birkaç adım geriye gitmişti. Omuzlarımı yukarı doğru kaldırırken;
''Kötü biri olamıyorum sanırım. Cehennemin dibine gitmesini dilerken bile burada olmak sadece aptal ve benim gibi insanlara özel sanırım.'' dediğimde, Alparslan sımsıcak bir gülümseme bahşetti bana.
''Sen ve senin gibi olan insanları seviyorum sanırım. Kötü kız rolüne bürünmüşken bile asla iyi kız olmaktan vazgeçemeyen insanlar.'' dediğinde, bu kez onun gibi bende gülümsedim.
''Dilediğim zaman pençelerim arasına almaktan geri çekilmem, ama şimdi birkaç harekete aldanmamak lazım.'' dediğimde, Alparslan kahkaha atarak kapıyı kapattı.
''Eh olacak canım o kadarda.'' Yeni fark etmiştim omzundaki dövmesini. Küçük siyah bir çember vardı. İçerisinde ise küçük bir şekilde bir yazı yazılmıştı, ama okuyamamıştım. Alkış seslerini duyduğumuzda ikimizde aynı anda Alper'e ve yanındaki kızıl kafaya döndük. Alper soğuk bir şekilde alkışlıyordu.
''Eski sahneleri aratmıyorsunuz bakıyorumda.'' dediğinde, nefret dolu bakmama engel olamamıştım. Gülerek abisine baktı Alparslan ve;
"Elbette. Fırsat buldukça eski anıları tazelemek gerekir. Ya daha iyileriyle ya da tıpkılarının aynıları ile. Daha da kötüsü ile değil"
Alper lafın biraz kendisine çarptığını anlamıştı. Buraya gelme sebebimi halledecek ve buradan gidecektim. Bu evin duvarları arasında boğulduğumu hissediyordum. Alper'in arkasındaki kızıl kafaya baktım. Ona doğru yürümeye başlarken, mümkün olduğunca gözlerimi Alper'den uzak tutuyordum. Üzeri çıplaktı ve sümsük! Vücuduna bakmak istemiyordum. Kimi kandırıyordum ki hayvan gibi kasları vardı. Tanrı aşkına neydi bu baklavalı erkeklerden çektiğimiz! Alper'i kenara biraz zor bir şekilde ittim ve kızı bileğinden tutup, Alper ve Alparslan'ın odasına geri soktum. Alparslan'ın bana mesajda attığı o beyaz toz masaya dökülmüştü. Şırınga ise paketinden çıkmıştı. Kız bileğini benden kurtardı ve;
"Sen kim olduğunu sanıyorsun?'' diye çemkirdi. İtiraf etmeliydim taş gibi bir kızdı. Vücudunun 4/3'ü göğüstü. Bu benim midemi bulandırmıştı, fakat diğerlerine göre çekiciydi bu görüntü. Masaya yaklaştım ve ne olduğunu bile bilmediğim o beyaz tozun masaya dökülen kısmını avuçlayıp, paketin içerisine geri koydum ve şırınganın iğnesini açık olan camdan atıp şırıngayı elime aldım. Yellozun burnundan getirecektim bunları. Elimdekileri almaya çalıştığında, karın boşluğuna tekme attım ve hapları da yanıma alıp açık olan kapıyı kapattım. Alper ve Alparslan öylece kapıdan bakarken rahat olamamıştım. Derin bir nefes verip, gülümseyerek kızın yanına gittim.
"Kız yelloz, ben sana Alparslan kankeytomun senin gibi yelloz olan ikizini yedirir miyim?" dediğimde, kız karnını tutarak ayağa kalktı. Gözlerindeki sinir beni güldürmüştü.
"Tekme için kusura bak ve bunun içinde!" dedim ve koltuğun üzerine çıkıp o beyaz tozu kızın kafasından aşağıya döktüm. Yelloz o sırada sinirle çığlık atmıştı. İlk defa uyuşturucu içilmesine engel olmanın verdiği zevk ile gülüyordum. Kâbul saçmaydı, ama şu kızın bu halini izlemek çıldıracak kadar gülmeme yol açıyordu ve çok zevkliydi. Elindeki şırıngayı kızın saçına sokarken kahkaha attım ve koltuğun tepesine oturup ayak ayak üzerine atıp onu izledim.
"Yellozerella çok güzel oldun, fakat seni bir daha Alparslan'ın ev halkından birine uyuşturucu verirken yakalarsam, yemin olsun parçalarım seni!" dedim ve ciddileşip ona baktım.
"Bunun bir maddi zararı var öyle değil mi, o da sana girmiş bulunuyor haberin olsun." dedim ve omuz silktim. Yelloz üzerime çullanıp arkamdaki pencereden kafamı çıkardı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Saçlarından bir miktar beyaz toz üzerime düştü. Gözlerimi kapatıp kafamı camın üzerindeki fayansa vurması ile saçlarından tutup camın kenarındaki beyaz ahşaba kafasını vurdum. Pes etmemişti ve bende vurmaya devam etmekten geri kalmamıştım. Bir süre sonra üzerimden, Alper tarafından alınmıştı. Ensemden tutup yavaşça başımı içeri aldı Alparslan ve kafamı ovuşturdu.
"Kızım sana engel ol dedim. O da Alper'i vazgeçirmen içindi. Gel kızla mahalleliye smack down gibi gösteri sunun demedim ki!" dediğinde, onu umursamadım ve ondan kurtulup yelloza doğru koştum ve tekrar o ateş kırmızısı saçlarını ellerim arasına aldım.
"Senin o kafanı parçalarım!" Alparslan beni belimden yakalayıp uzaklaştırdığında, birkaç küfür istemsizce dökülmüştü dilimden. Alper kızı odadan çıkartırken, Alparslan kafamdan aşağı bir şişe suyu dökmüştü. Çırpınmam ve bağırmam üzerine, Alparslan biraz daha su döktü kafamdan aşağı. Ona doğru bir tekme savurduğumda;
"Senin o ayak parmaklarını ben var ya..." demişken, kendine geldi ve cümlesini yarıda kesti ve; "Neyse" diye mırıldandı. Gözlerimi açtığımda Alparslan;
"Biliyorum daha iyisin, sus." dedi. Omuz silktim ve yerdeki beyaz toza baktım.
"Yellozerelladan kek yaptım." deyip kahkaha attım. Alparslan da benimle beraber güldü ve;
"Gördüm kanka." dediğinde yine omuz silktim ve yavaş yavaş titreyen bedenime baktım. Üzerim ıslanmıştı, beyaz giydiğim için küçük bir küfür savurmuştum.
"Kanka senden bir tişört çarpmam gerekiyor." dediğimde, Alparslan gülerek kalktı ve orta boy dolabının kapaklarını açıp eline gelen ilk tişörtü bana verdi. Gri bir tişörttü ve sadeydi.
"Çıkıyorum ben, perdeyi kapatmayı unutma!" dedi ve dolaptan bir havlu fırlatıp odadan çıktı. Perdeyi çekip etrafı kontrol ettim ve üzerindeki tişörtü çıkardım. Alparslan'ın tişörtünü üzerime geçirdiğimde, yıkanmasına rağmen üzerinde deterjan ve kendi kokusunun karıştığı tuhaf bir koku vardı. Islak tişörtümü katlayıp kenara koydum. Havlu ile Alparslan'ın ıslattığı saçlarımı kurulayıp, dolabın üzerindeki boy aynasından kendime baktım. Yeterince çirkin göründüğümün farkına vardığımda, yüksek sesle tartışan Alper ve Alparslan'ı dinledim kapının arkasından. Ayıpsa ayıptı, öyle de böyle de duyuyordum sonuçta. Alper, Alparslan'a bağırıyordu. Alparslan ise sessiz olması için onu uyarıyordu.
"Onun nasıl buraya gelmesini istersin Alparslan! Durumunu bilmiyor musun?" diye bağırdığında, geçirdiği sinir krizlerini kast ettiğini anlamıştım. Bu sefer Alparslan'ın sesi yükselmişti.
"Yine o b*ku içecektin. Anlamıyor musun lan, ölmek mi istiyorsun? Senden başka kimsem yok gerizekâlı!" diye bağırdığında, kapıdan uzaklaştım. Daha fazla bunu dinlemek istemiyordum. Alparslan'ın bağırırken sesi titremişti. Alper ise ona cevap vermemişti. Birkaç saniyenin ardından kapı hızlı bir şekilde örtüldü. Alparslan yanıma dönmüştü. Üzgün görünüyordu, dayanamadım ve ona sıkı bir şekilde sarıldım.
"İlk içişi değil, öyle değil mi?" dediğimde, sessizce sarılmaya devam etti. Bir dakikaya yakın bir süre sadece sarıldı. Daha sonra gülümsedi ve kafasını salladı.
"O eskiden sadece bir psikopattı. Şimdi ise uyuşturucu bağımlısı bir psikopat." dediğinde, yutkunmuştum sadece. Bir şey diyememiştim. Bu okulda olan davranışlarını açıklıyordu. Alper kendini bilgisayar masasının önündeki sandalyeye bıraktı ve;
"Tedaviyi reddediyor. Annem ise artık ayvalıkta, aramıyor bile bizi." dediğinde, bir şey diyememiştim. Şuan annesiz nasıl hissettiğini anlıyordum. Bir yerlerde annenin nefes aldığını hissetmek bile ayrı bir güzeldi. Yanında değildi, ama beklemediğin bir anda şah damarın kadar yakınında olacak.
Bu his, sonsuzluğa karışan annesinin bir gün çıkıp geleceğini düşünen benim için en güzel hayaldi. Ona destek olmak adına ellerini ellerin arasına aldım.
"Annenin yanına git ve sorunlarınızı halledin. Hayat kısa, insanlar ölüyor Alp." dediğimde, Alparslan bu sefer üşenip, ona Alp dediğim için bir şey dememişti. Ayağa kalkıp telefonu ile birilerini aramaya başladı. Bir süre odanın içerisinde bir ileri bir geri gidip gelmişti. Sonunda karşı tarafın sesini duyduğunda gülümsedi.
''Merhaba, Balıkesir için hangi otobüs en yakın zamanda hareket ediyor?''
Karşı tarafın sesini heyecanla dinledi. Onu bir karara itmek bana mutluluk vermişti. En azından hâlâ nefes alan annesine sarılabilecekti.
''Harika, Pekâlâ o halde o saate alalım bileti lütfen.''
Daha fazla burada kalamayacağımı hissettiğim an, ona el sallayarak evinden ayrıldım. Biraz uzağında olan annesine kavuşması için onunla konuşmam, bugün yaptığım en iyilik dolu şey olmalıydı, Alper'in uyuşturucu almasına engel olmak dışında tabii. Çiseleyen yağmurun altında, kaybolmak üzere olan seksek rakamlarının üzerine basıp saçlarımı savurdum. Kendimi mutlu ve hafiflemiş hissediyordum. Nedeni ise bilinmiyordu, ama bu hissi sevmiştim. Saçlarımı savurmaya devam ederken seke seke yürümeye başlamıştım. İnsanların üzerimdeki tuhaf bakışları ise gülmeme neden oluyordu. Şarkı söyleyerek ve sekerek yürümeye devam ettim.
''Karanlıkta yanabilirim, Boşlukta durabilirim
Düşmem ben, kanatlarım var ruhumda!''

•••

Mafya Lisede •Tamamlandı•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin